Podcasts by Category
- 1841 - HABEŞ KRALI NECÂŞÎ’NİN ADALETİ - 22 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Habeş Sultanı Necâşî’nin hicret edenler hakkında ortaya koyduğu saygı ve hürmet, Hicaz memleketlerinde duyulunca Mekke müşrikleri göç eden müminleri geri döndürmek için Melik Necâşî ve Habeş vekiller heyetine verilmek üzere Hicaz yöresinden bir takım pahalı hediyeler hazırladılar. Araplar’ın çare bulucularından olan Amr b. Âs’la Amâre b. Velîd’i yolladılar. Bu elçiler Necâşî’nin memleketinin baş şehrine varıp yanlarında getirdikleri hediyeleri uygun gördükleri kişilere ve Habeşli yüksek makâmlı vekillere bir yolunu bularak takdim ettiler. Birkaç gün geçince Melik Necâşî’nin, damaklarında rüşvetin tadı bulunan vekilleri ve yöneticileri vasıtasıyla müslüman muhacirlerin Habeş beldesinden kovulup uzaklaştırılması hususu Necâşî’ye arzettirilmişti. O da, “Benim lutfumun hisarına sığınan kimselerin durumlarını öğrenmeden düşmanlarına teslim etmek, devletimin namusunu çiğnemek demektir. “Namusa halel getirmektense ateşe girmek yeğdir” hükmü de gâyet açık olduğundan onları düşmanın ellerine teslim edemem. İlk iş olarak vaziyetin anlaşılması için büyük âlimler ve vekillerden oluşan genel bir meclis oluşturulsun. Bu meclis benim başkanlığımda bulunsun” cevâbını verdi. Ertesi gün o şekilde bir danışma meclisi oluşturuldu. Toplanan meclise bahsi geçen elçiler ve muhacir sahabiler getirildi. Dirâyeti ve zekâsı inkâr edilemeyen ve akıcı konuşmasıyla bilinen Cafer b. Ebû Tâlib (r.a.), bu meclise girince resmî usulleri yerine getirip melike saygısını gösterdikten sonra Arap usulü üzere bir konuşma yaptı ve mecliste bulunanları hayret deryasına daldırdı. Bu konuşmadan sonra Hz. Ca’fer (r.a.) melik Necâşî’nin işaretiyle Meryem Suresini okudu. 19-26. âyeti kerimesine gelince Necaşi ve etrafta bulunanlar ağlayıp gözyaşı döktüler. Necâşî, “İşte bu âyet İsa ve Musa peygamber hazretlerine nazil olan âyetlerle aynı mealdedir” diyerek Amr ve Amare’ye “Bu yüce topluluğu size vermek değil, kendilerine kat kat ikrâmda bulunmak benim boynumun borcudur” demiş ve muhacirleri lütûflarla kaldıkları yere göndermiştir. (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.77-78)
Fri, 22 Nov 2024 - 02min - 1840 - İSLÂMDA İNSAN HAKLARI - 21 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İslâm hukuku insafla incelendiğinde zaman, toplumların mutluluk ve istikrarına tek çare ve ilaç olduğu görülecektir. İslâm hukuku, kaynak itibari ile beşer üstü olduğundan, müeyyide ve kaideleri ile her zaman şamil, insan cinsinin ihtiyaçlarını karşılayacak genişlikte ve mükemmeliyette olduğu için, beşer tarafından düzenlenen kanunlardan büyük bir üstünlük ve imtiyaza sahiptir. Onun hükümleri insanoğlunun ruh tekâmülünü ve güzel ahlâkının gelişmesini hedef almakta ve bütün davranışlarında kontrol altında olduğu hissini ve inancını vermektedir. İslâm hukuku ihtiva ettiği hüküm ve müeyyidelerle beraber, ahlâki prensiplere de büyük bir yer ve değer vermektedir. Koymuş olduğu tedbirler tatbik edilmiş olsa; can, mal ve namus korunmasında, bütün beşeri sistemlerden daha üstün olacağı muhakkaktır. Çünkü beşeri sistemlerde, yalnız mağdurun hakkını nazara almakla yetinmekte, bundan da daha önemli olan toplumun güveninin ve ahlâkının ihlal edildiği düşünülmemektedir. Toplumun selâmeti açısından hukukta bu dar görüş asla doğru ve isabetli olmaz. Beşeri düzenlerde genel kaide şudur: Ceza hukukunda, suçun seldi ve mahiyeti ne olursa olsun hâkim karar vermedikçe, maznun suçlu değildir, herkes gibi vicdanı hür ve temiz bir vatandaş olarak yaşamakta ve bir suçsuzun yararlanacağı bütün haklardan istifade etmektedir. Bu durum uzun zaman sürmekte ve hatta bazen senelerce devam etmektedir. Adaletin böylesine sürüncemede kalması toplum vicdânını rahatsız etmektedir. Bununla beraber kanun koyucu bir beşerdir, ferdi ve sosyal olayların tesiri altında kalması mümkün ve hatta muhakkaktır. (Mehmet Çağlayan, İslâm Hukuk Doktrini, s.123)
Thu, 21 Nov 2024 - 02min - 1839 - ÂHİR ZAMANDA YAŞANACAKLAR - 20 KASIM 2024- MEVLANA TAKVİMİ
İslâm kaynaklarında âhir zamanda sünnet dışında gelişecek bir takım olaylardan haber verilmiştir. Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’den rivâyet edilen hadiste, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizler yakında benden sonra bencil kimseler ve makbul saymayacağınız işler göreceksiniz.” Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashâbı (r.a.e.): “o zaman bize ne emredersiniz ey Allâh’ın Resûlü?” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Onlara, yöneticilere haklarını veriniz, kendi hakkınızı da isteyiniz.” buyurdu İbn Abbas (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Her kim yöneticisinin hoşlanmadığı bir şey yaptığını görürse, bu duruma sabretsin. Çünkü topluluktan bir karış kadar ayrılmış halde ölen kimse cahiliye dönemi ölümüyle ölmüş olur.” Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “İş ehil olmayana verildiğinde kıyâmeti bekleyiniz.” (Buhari) Ebû Musa (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyrulmuştur: “Benden sonra, ilmin yok olacağı, cahilliğin geleceği günler vardır. Bu kesindir. Bu günlerde herc çoğalacaktır. Herc öldürmektir.” Huzeyfe (r.a.)’den Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Emaneti korumak, insanların kalplerinin derinliğine Allâh tarafından indirilmiştir. Sonra insanlar onu Kur’an’dan ve sünnetten öğrendiler.” Hz. Peygamber ikinci olarak da emanetin kalpten çekilerek yok olacağını bildirmiştir ve şöyle buyurmuştur: “Neticede insan o hâle gelir ki, insanlar alışveriş yaparlar da neredeyse emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şöyle denilir: “Filanoğulları arasında emin bir adam varmış.” Bir başka kişi hakkında da: “Ne kadar cesur ne kadar zarif ne kadar akıllı bir kişi.” denilir. Oysa kalblerinde hardal tanesi kadar bile imân yoktur.” (İmâm Şatıbi, el-İ’tisam, c.2, s.98)
Wed, 20 Nov 2024 - 02min - 1838 - TEHECCÜD EHLİNİN SIFATLARI VE FAZÎLETLERİ - 19 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Yüce Allâh, gece ibâdet edenleri Resûlü (s.a.v.) ile birlikte zikretmiştir. Bu güzel işe karşılık olarak vereceği mükâfatta onları peygamberinden ayırmayarak hepsini şöyle övmüştür: “Resûlüm, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yansında ve üçte birinde kalkıp ibâdetle geçirdiğini ve senin yanında bulunan bir topluluğun da böyle yaptığını Râbbin elbette biliyor.” (Müzemmil s. 20) Yüce Allâh, bu surede gece Kur’an okumanın kalb için daha uyumlu ve bu okuyuşun ezberleme ve zikretme için daha elverişli olduğunu da bildirmektedir. Yani, anlama ve hıfzetmede kalp dile uyar. Yüce Allâh, gece ibâdet edenlere “âlim” ismini vermiş ve onları havf ve recâ (korku ve ümit) ile ibâdet edenlerden yapmıştır. Ayrıca onlar için göz aydınlığı ve mutluluk vesilesi olacak mükâfatı katında gizlemiştir. Gece ibâdet edenler âyette şöyle anlatılmıştır: “Yoksa inkârcı kimse, o geceleyin secde ederek ve kıyamda bulanarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse gibi midir?” (Zümer s. 9) Yüce Allâh, gece ibâdet edenlerin dünyadaki vasıflarını ve ahirette onlar için hazırlanan nimetlerin özelliklerini şöyle anlatır: “Onlar geceleri Râblerine secde ederek ve kıyâmda ibâdet yaparak geçirirler.” (Furkan s. 64) “Korkuyla ve umutla Râblerine yalvarmak üzere ibâdet ettikleri için onların vücutları yataklarından uzak kalır.” (Secde s. 16) Yani yataklarından kalkarlar. Azap korkusundan veya kendilerine vadeliden mükâfatları elde etme arzusundan dolayı artık yatmakla huzur bulamazlar. “Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde s. 17) (Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu’l Kulûb, c.1, s.185-186)
Tue, 19 Nov 2024 - 02min - 1837 - HZ. SAMÎ (K.S.)’UN MUHTEREM ÖMER ÖZTÜRK’Ü KENDİ YERLERİNE OTURTMALARI - 18 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Son devirde ülkemizde yaşamış en büyük velilerden Hz. Sâmî (k.s.)’un “tabiri câiz ise” kucağında doğmuş, onun terbiyesinde büyümüş, hayatını Hz. Sâmî (k.s.)’a hizmete ve ondan istifadeye adamış ve yine o zâtın vasiyyetleri gereği teçhiz ve tekfin işlerini yapmış, onun yolunu hâlâ insanlara anlatan ve Hz. Sâmî (k.s.)’un manevî evlâdı ve vazifelisi olan Muhterem Ömer Muhammed Öztürk, Hz. Sâmi (k.s.) ile yaşadıkları bir Berât kandili gecesini şöyle anlatmışlardır: “Şaban-ı Şerîf’in başlarında Mahmûd Gezer Ağabeyle (Allâh (c.c.) rahmet eylesin Mekke’de vefât etti, Cennetü’l Muallâ’ya defnedildi.) devlethanenin bahçesinde oturuyorduk. Efendi Hazretleri’nin hâdimesi gelerek beni bir kenara çağırdı ve “Ömer Ağabey babam mahrem bir husus söyledi. Bunu Ömer Öztürk’e anlat. Kendisinde kalsın. Îcâbını yerine getirsin. Fakat kimseye de bir şey söylemesin.” dedi ve Efendi Hazretleri’nin “Ben Berât gecesini Ömer Öztürk ile değerlendirmek istiyorum. Kendisi bir imâm bulsun. Ayrıca iki kişiyi de çağırsın. İsterse birisi kendi babası Mehmet Öztürk olabilir. Bir de başka ihvân, benimle birlikte hepimiz beş kişi olacağız. Akşam namazını burada devlethanede kılacağız. İftarı beraber eder, akşam ve yatsı namazını beraber kılar, geceyi de beraber ihyâ ederiz inşâallah.” buyurduğunu söyledi. Fakir, babama ve (Sami Efendimiz’in son yıllarında namazlarını kıldıran) Mahmûd Hoca’ya haber verdim. Sonra Ömer Kirazoğlu ağabey, İsmail ve Cevat Öztürk ağabeylerimi çağırttı. İftar, namaz ve yemekten sonra Efendimiz Hazretleri her zaman oturdukları demiryolu cihetine karşı olan koltuğa oturdular. Az sonra ayağa kalkarak kendi karşısındaki koltuğa geçtiler. Kendi koltuklarına, Fakiri çağırıp “Sen gel, buraya otur, burası senin yerindir. Fakir de karşısında oturacağım” diyerek kendi koltuklarına Fakiri oturttular. Muhteşem bir sohbetten sonra yatsı namazı kılındı, tekrar aynı yerlerde oturarak sohbet, duâ ve murâkabe edildi. İzin alınarak evlere hareket edildi. (www.r am a z a n o g lu m a h m u ds am ik s.c o m )
Mon, 18 Nov 2024 - 02min - 1836 - HZ. MAHMUD SÂMİ RAMAZANOĞLU (K.S.)-10 - 17 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Hayatının tek gâyesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uymak ve onu ihyâ etmek olan Hz. Sâmî Efendimiz; daha önceki kitâblarda: “Kılıcı boynunda asılı Peygamber” olarak tarîf edilen (s.a.v.) Efendimize bu husûsta da ittibâ edip gazâya iştirâk ederek “Gâzî” olmuşlardı. Bu husûsu kendileri şöyle anlatıyorlardı: “Birinci Cihân harbinde Osmânlı ordusunda levâzım subayı olarak vazîfe gördüm. Alayımız Edirne’de vazîfe görüyordu. Açlık ve kıtlık son derece şiddetli idi. Askerlerimizin uzun süre yiyecek bulamadıkları oluyordu. Bu yüzden askerler ellerinin yetiştiği yere kadar kavak ağaçlarının kabuklarını yolarak onları çiğniyorlar ve böylece açlıklarını bir nebze olsun gidermeğe çalışıyorlardı.” Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimizin: “Cihâdı terk eden millet zillete düçâr olur.” sözünü bütün talebelerine ezberleten Hz. Sâmî (k.s.), Cenâb-ı Hâkk’ın: “Niçin yapamadığınızı söylüyorsunuz?” Kavl-i şerîfini de bize kendileri yaşayarak öğretiyorlardı. Yaşayarak, tatbîk ederek bize cihâdı öğretiyorlardı. Harbe iştirâk ederek Gâzî olmuşlar, ve ömürleri boyunca İslâm için kılıç sallama arzusu ile yaşamışlardı. Mübârek ömürleri doksanı bulduğunda dahî sohbetlerinde Uhud harbinde Amr ibn-i Sâbit (r.a.)’in müslümân oluşunu anlatırken; onun lâkabını: “Asram lâkabı ile mülakkab; keskin kılıç saldırıcı” diye tarîf ederken oldukları yerde dizleri üzerine doğrularak ellerini havaya kaldırarak elindeki kılıcı ile derhâl düşman üzerine saldıracakmış gibi olan hâlleri ancak görülmekle anlaşılabilirdi. Yaşıyor; ondan sonra anlatıyorlar; anlatırken de o hâli aynen yaşıyorlardı. Hayatı cihâddı Hz. Sâmî Efendimizin. Ömür boyu cihâd... Ve bu cihâdı elinde silâhı gazâda da yaşamış ve Gâzî olmuştu Hz. Sâmî (k.s.). Ve nefe‘ana’llâhü Te‘âlâ bi şefâatihi, Allâh (c.c.) cümlemizi O’nun muhabbetini hakkı ile yaşayıp öylece haşrolanlardan eylesin (Âmîn). Bi hurmeti seyyidi’l-enbiyâ-i ve’l- mürselîn salla’llâhu Te‘âlâ aleyhi vesellem. (Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com)
Sun, 17 Nov 2024 - 02min - 1835 - HZ. MAHMUD SÂMİ RAMAZANOĞLU (K.S.)-9 - 16 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Üstâdına olan muhabbet ve bağlılığını dâimâ arttırarak devâm ettiren Hazreti Sâmî Efendimiz bütün gün ve gecelerini hizmet yolunda geçirdiler. Sâmî Efendimiz dergâhın temizliğinden, ihvânın her türlü ihtiyaçlarına varıncaya kadar bütün hizmetlerini seve seve yaparlardı. Hazret-i Es‘âd Erbilî Efendimizin: “Mâ‘nen bizimle aynı mertebededir, lâkin bu vazîfe bize verildi” diye ta‘rîf ettikleri Hüseyin Efendi Hazretleri yatalak olunca: “Bu Zâtın hizmeti için kim tâlib olur?” diye ihvâna sorarlar. Hemen Sâmî Efendimiz o Zâtın hizmetlerine koşarlar. Defi hâcetleri dâhil her hizmetlerini uzun müddet seve seve görürler. Nihâyet bu hizmetleri sonunda Hüseyin Efendi Hazretleri: “Evlâdım, Cenâb-ı Hâkk’a niyâz ediyorum; Allâhü ‘azîmüşşân bize ihsân ettiklerini fazlası ile sana ihsân etsin!” diye duâ buyururlar. Dünyâ hayatını Nebî-yi Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in buyurdukları gibi: “Benimle dünyânın misâli ağaç altında bir mikdâr dinlendikten sonra yoluna devâm eden yolcunun hâline benzer” diye ana rahmi ile kabir arasında bir sefer olarak görürdü; Hz. Sâmî Efendimiz. Ve bunu uzun bir ömürde her an tatbîk ettiler. “Bir yabancı âlim, Fakire ken-dilerinin hâl ve kelâmlarından sordular. O anda hâtırıma gelen şu hâllerini anlattım: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz: “Seferden döndüğünüzde hanımlarınızın yanına haber vermeden girmeyiniz” buyuruyorlar. Hz. Sâmî (k.s.) hayatı bir sefer olarak gördüğü için her yerinden kalkmalarını bir sefer kabûl ediyorlardı. Abdest almak için lavaboya her gidişlerinde yol zevcelerinin odasından geçiyordu. Yarım asırdan fazla süren evlilik hayatlarında bıkmadan, usanmadan, seve seve her defasında zevcelerini haberdâr ederlerdi. O’nun “Efendi buyur!” diye sesini duyunca odaya girer ve diğer tarafa geçerlerdi. Bu hâl altmış küsûr yıl günde en az on defa devâm etti” deyince yabancı ‘âlim ayağa kalkarak: “Bu zât Sâhibü’z-zamân’dır. Onun dışında hiçbir velî sünnet-i seniyyeyi bu kadar derin ve ihâtalı anlayıp tatbîk edemez, ancak o yapabilir” dedi. El-hâmdü li’llâhi râbbi’l-‘âlemîn. (Ömer Muhammed Özt ür k, www.ramazanoglumahmudsamiks.com)
Sat, 16 Nov 2024 - 02min - 1834 - HZ. MAHMUD SÂMİ RAMAZANOĞLU (K.S.)-8 - 15 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Mürşid-i kâmilini bulan ve Zât-ı ‘Âlîlerinin onun ifâdesi ile “Eyyâm-ı şebâbını (gençlik günlerini) şerîat-ı mutahhare ve tarîkat-ı ‘âliyye hizmetinde” geçiren Hazreti Sâmî Efendimiz ma‘nevî mertebeleri hızla aşıyorlardı. Bu yolda kendi ifâdeleri ile ihlâs ve tam teslîmiyet şarttı. Ölünün yıkayıcısına teslîmiyeti gibi mürîd de mürşîdine teslîm olmalıydı ki bi-izni’llâh neticeye ulaşsın. Kendileri anlatıyorlar: “Allâme Taftadânî hazretlerinin talebelerinden biri bir şeyhe intisâb etmiş. Bu talebeden hocasının huzûrunda hikmetli kelâmlar sâdır olmuş. Hocası: “Evlâdım, bunları ben sana öğretmedim; sen bunları nereden öğrendin?” diye soruyor. Talebe: “Efendim ben bir şeyhe intisâb ettim; zikir çekiyorum, doğuş oluyor ve böylece hikmetli konuşuyorum.” diyor. Bunun üzerine ‘Allâme Taftadânî hazretleri: “Oğlum beni de şeyhine götür”; diyor. Kendileri de aynı şeyhe intisâb ediyorlar. Fakat ya teslîmiyet yok veyâ nasîbi yok aynı tecelliyâtlar kendilerinde zuhûr etmiyor, aynı istifâde olmuyor. Sâmî Efendimiz Hazretlerinin bu anlattığı kıssadan çıkan hükme göre nasîbi olan müsta‘îd kişiler mürşid-i kâmili bulup ona tam olarak teslîm olurlarsa bi-izni’llâh neticeye ulaşır, ma‘nevî mertebelerde hızla ilerleyerek kemâle ererler. Bunların hepsi kendilerinde bi-izni’llâh mevcûd olan Hazreti Sâmî (k.s.) kısa zamânda icâzet alırlar, irşâdla görevlendirilirler. Kelâmî Dergâhı’ndaki hizmet günlerine âid Adapazarlı Pehlivân Efendi şu hâtırayı anlatır: “Adapazarı’ndan on arkadaşımla berâber Es‘ad Efendi Hazretlerinin ziyâretlerine gittik. Sohbet esnâsında tekkeye dâhil olmuştuk. İçerisi kalabalık olduğundan dışarıda oturuyor, Es‘ad Efendi Hazretlerinin kendilerini göremiyor, sâdece seslerini işitiyorduk. İlk defa sohbetlerine gelmenin heyecânı içindeydik. Sohbet sırasında ihvân arasında genç bir zât dolaşıp hizmet ediyordu. “Bu genç orada dolaşmasa o zamân dikkatimiz dağılmaz, daha çok istifâde ederdik.” diye içimden geçirdim. Sohbet biter bitmez Es‘ad Efendi Hazretleri: “Adapazarlı Pehlivân Efendi ve on arkadaşı buraya gelsin!” dediler. Hâlbuki bizi hiç tanımıyorlar ve geldiğimizi de görmemişlerdi. “Sâmî evlâdımız hakkında sû-i zan ettiniz, helâllık alın.” buyurdular. Affımızı taleb edip böylece bu iki Zâtı ve aralarındaki derûnî muhabbet ve bağı öğrenmiş olduk. El-hamdü li’llâh. (Ömer Muhammed Özt ür k, www.ramazanoglumahmudsamiks.com
Fri, 15 Nov 2024 - 02min - 1833 - HZ. MAHMUD SÂMİ RAMAZANOĞLU (K.S.)-7 - 14 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İlk, orta ve lise tahsîlini Adana’da tamâmlayan Hz. Sâmî (k.s.), yüksek tahsîlini İstanbul’da yaparlar. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Hz. Sâmî (k.s.), bu arada bir müddet Gümüşhâneli Dergâhı’na devâm ederler. Bu sırada Bâyezıd dersiâmlarından Rüşdü Efendi (Eski Beşiktaş müftüsü Merhûm Fuat Çamdibi Hocanın babası): “Sâmî Evlâdım, gel seni Şeyhülmeşâyih Es‘âd Erbilî Hazretlerine götüreyim.” der. Bu teklifi kabûl eden Efendi Hazretleri, Rüşdü Efendi ile berâber Kelâmî Dergâhı’na giderler. Bu ilk karşılaşmanın devâmını kendileri şöyle anlatıyorlar: “Üstâdımızın huzûruna varıp ellerini öptük. Rüşdü Efendi Hoca: “Üstâdım bu getirdiğim genç Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddin Efendi’nin evlâdlarından Adanalı Sâmî Efendi”, deyince; birden Üstâdımız Es‘âd Efendi Hazretleri: “Hayır! O bizim evlâdımız” buyurdular. Ve orada devâm ettiğim evrâdın ne olduğunu sordular. “Günde beşbin zikrullâh, bir cüz Kur’ân-ı Kerîm tilâveti, Delâil-i Hayrât” diye cevâb verdim. “Evlâdım hastalık nerede ise tedâviye oradan başlamak lâzım, bu yüzden şimdilik bunları terk edip kalbî zikre başlayacaksın” buyurdular ve Fakîre inâbe verdiler.” Akarsu deryâya kavuşmuş; su mecrâını bulmuştu. Cenâb-ı Hâkk’ın lûtfu inâyeti ile Hz. Sâmî Efendimiz bir kaç ayda seyr-u sülûkunu ikmâl buyurdular. Daha önce iki yıl devâm edilen dergâhta olmayan tecellî burada bir kaç ayda olmuştu el-hâmdü li’llâh. Kısa sürede icâzet ve mutlak hilâfet alan Efendimiz Hazretleri mürşid-i kâmilin görevine âid şu kıssaları naklediyorlar: “Gençliğimde dergâha devâm ediyordum. Orada vazîfesi müntesiblerin ayakkabılarının tozunu almak olan bir dervîş vardı. Bir gün onun elindeki bezi aldım, pertavsızın (mercek) altına tutarak bir müddet güneşin altında tuttum. Güneşin harâretinin pertavsız vasıtasıyla bezin üzerine teksîf edilmesi ile bez tutuştu ve yanmağa başladı. Dervîş hayretler içinde kaldı. İşte mürşid-i kâmil, iki cihânın Serveri ve Rahmet Güneşi Nebî salla’llâhu ‘aleyhi ve sellem Efendimiz’den aldığı nûru müntesiblerden müsâid kimselerin kalblerine teksîf edip, o nûr-ı Muhammedî (s.a.v.) ile kalbleri diriltip kemâle erdiren kişidir, bi-izni’llâh. Mürşid-i kâmil çobana benzer; çoban dağda koyunları otlatırken bacağı kırılanı orada bırakır mı? Sırtına atıp ağıla kadar getirir. Mürşid-i kâmil de hiç bir evlâdını bırakmaz ve terk etmez bi-izni’llâh.” (Ömer Muhammed Özt ür k, www.ramazanoglumahmudsamiks.com
Thu, 14 Nov 2024 - 03min - 1832 - HZ. MAHMUD SÂMİ RAMAZANOĞLU (K.S.)-6 - 13 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Hz. Mahmud Sâmi (k.s.)’un hayatını manevi vazifelisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’ün kâleminden yayınlamaya devam ediyoruz: Hz. Sâmi (k.s.), sâlih dostların birbirlerine olan yardımlarının Kıyâmet günü de devâm edeceğinin tefsîrde beyân edildiğini sohbetlerinde sık sık anlatırlardı: Kıyâmet günü hesâba çekilen bir kulun seyyiâtı hasenâtına denk geliyor. Meselâ, 1000 seyyiesi (günâhı) varsa 1000 de hasenesi (sevâbı) var. Cenâb-ı Hâkk Azze ve Celle Hazretleri o kuluna “anne babana git bir hasene iste, verirlerse bana getir seni cennete dâhil edeyim” buyuruyor. O kul Mahşer gününün o sıkıntılı anında Allâh’ın lûtfu ile anne ve babasını bulup durumunu onlara anlatıyor. Onlar da “evlâdım bugünkü günde biz kendimizi kurtaramadık ki sana bir faydamız olsun; sana bir şey veremeyiz” diyorlar. O eli boş olarak, mahzûn bir hâlde Hâkk’ın huzûruna varıyor. “Annem babam bana bir şey vermediler yâ Rabbi” diye durumu arz ediyor. Bunun üzerine Hâkk Te‘âlâ ve tekaddes hazretleri o kuluna: “Senin dünyâ hayatında benim rızâm için sevdiğin bir dostun yok mu idi?” diye soruyor. Cenâb-ı Hâkk kulunun o anda hâtırına getiriyor ve “evet yâ Rabbi, filân kulun ile biz dünyâ hayatında senin rızân için sevişirdik (birbirimizi karşılıklı severdik)” diyor. Allâh (c.c.)’un lûtfu ile o dostunu bulup durumunu ona anlatıyor. Kardeşi cevâben diyor ki: “Ey kardeşim, ne kadar hasene istersen alabilirsin. Ben kendimi kurtaramadım, bâri sen kendini kurtar” diyor. Hesâb veren kul, Cenâb-ı Hâkk’ın huzûruna sevinçle geliyor ve durumu arz ediyor. Bunun üzerine Sübhân olan Râbbimiz: “Yâ öyle mi; o böyle bir ızdırâblı gününde kardeşine acıyarak hasene veriyor; bense Cevvâdü Kerîmim, Erhâ-mü’rRâhimînim, her ikinizi de affettim” buyuruyor. Ne büyük tebşîrât-ı ilâhî. El-hâmdü li’llâhi râbbî’l-‘âlemîn. Allâh (c.c.) cümlemize rızâsı için birbirimizi sevmeyi nasîb etsin (Âmîn). (Ömer Muhammed Özt ür k, www.ramazanoglumahmudsamiks.com
Wed, 13 Nov 2024 - 02min - 1831 - ESMAÜ’N-NEBÎ: RESÛL’ÜR-RAHMETİ - 12 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Resûl (s.a.v.)’in risâleti bütün dünyaya ve alemlere şâmil ve rahmet olduğu: “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemin (Seni de (ey resulüm) biz ancak alemlere rahmet için gönderdik” (Enbiya s. 107) buyurduğu Kelâm-ı Kadîm’i ile ispat edilmiş olduğundan mübarek ismine Resûl’ür-Rahmeti buyrulmuştur. Bu isim, Resûl (s.a.v.) hazretlerine verilen has isimlerdendir. Bu sebeple hatta kafirlere de, onlardan dünya azâbı geri bırakılıp ecel günlerine kadar mühlet verilip ne vakitte iman getirirlerse kabulü ile vaad buyrulmakla rahmet olunmuşlardır. Bu isim, kafirlerin çocuklarının kendileriyle birlikte cehenneme girmeleri onlara rahmet hissesi olmuştur. Münafıklar da dünyada azâptan âmân ile rahmet hissesine ermiştir. Hele Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in nübüvvetini tasdik ve ümmetliğini kabul ve yüce şeriatleri yolunda amel icra edenlere, dünyada her türlü rahmet ile rahmet edilip, insanlık icâbı yapılan isyânlar karşısında onları örtüp bunlara benzeyen azâplardan kurtararak, belki af ve rahmet bahşedilmiştir. Allâh (c.c.)’un vaad ve rahmetinden ümit kesilemeyeceği şu ayetle bildirilmiştir: “Ey nefislerine karşı hadleri aşmış kullarım, Allâh’ın rahmetinden umut kesmeyiniz. Allâh, çünkü, bütün günâhları mağfiret eder. O bağışlayıcı ve rahmetlidir.” (Zümer s. 53) Yine Peygamber (s.a.v.)’in risâleti sebebiyle ahirette cehennem içinde ebedi azâp olunmaktan kurtuluş ve ümmetin hesapları bütün ümmetlerden önce görülmeye ve sevâpları birkaç misli yani en az bire on, bire yüz ve başkasına yedi yüz ve kimisine daha ziyâde fazîlet, ecir ve sevâp verilmeye, böylece rahmete nailiyet ihsânı verilmektedir. (Kara Davud, Delâil-i Hayrât Şerhi, s.99-100)
Tue, 12 Nov 2024 - 02min - 1830 - ABDURRAHMAN B. AVF (R.A.)’İN CÖMERTLİĞİ - 11 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Rivayet olunduğuna göre Abdurrahman b. Avf (r.a.)’a ait bir ticaret kervanı Şam’dan dönüyordu. Kafile Medine-i Münevvere’nin caddelerine ulaştığı zaman çarşıda bir kımıldama ve hareketlilik meydana geldi. Durumdan haberdar olan Hz. Âişe (r.anhâ) bunun ne olduğunu sorunca kendisine: “Abdurrahman b. Avf (r.a.)’in ticaret kervanının geldiğini” söylediler. Hz. Âişe (r.anhâ): “Bir ticaret kafilesi nasıl bu kadar gürültü koparabilir?” diye sordu. Hz. Âişe (r.anhâ)’ya: “Kafilenin 700 hayvan yükünden oluştuğu” söylendiği zaman Hz. Âişe (r.anhâ): “Hz. Peygamberin hakkında cennete malının hesabı dolayısıyla emekleyerek gireceğini haber verdiği Abdurrahman b. Avf (r.a.)’in 700 yükten oluşan kafilesi ha?” dedi. Bu söz kendisine ulaşınca Abdurrahman b. Avf (r.a.) hemen üzüntü ile harekete geçti ve: “Allâh (c.c.)’u şahit tutarak söylüyorum ki, bu kafilenin tamamı, her şeyi ile tüm müslümanlara tarafımdan hediye edilmiştir’” dedi. Abdurrahman b. Avf (r.a.)’ın cömertliği bu olaydan sonra da devam etmiştir. Rivayet olunduğuna göre servetinin çoğunu akrabası olan “Zühreoğulları” arasında taksim etmiş, Zühreoğulları’ndan kimin ne ihtiyacı varsa onun ihtiyacını gidermiştir. Hatta onun cömertliği konusunda şöyle bir şey söylenir: “Medine halkı Abdurrahman b. Avf (r.a.)’in çoluk çocuğu gibidir. Halkın üçte birinin borçlarını kendi malından öder, üçte birine armağanlar verir, diğer üçte birine de ihtiyaçları kadar ödünç para verirdi.” Allâh (c.c.)’un, Resûlullâh (s.a.v.)’in ve müslümanların hoşnutluğunu kazanmak için bu kadar bol dağıtmasına rağmen ticareti durmadan artmış, serveti çoğalmış ve kazancı ziyadeleşmiştir. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Cennetle Müjdelenen On Sahâbî, s.188-189)
Mon, 11 Nov 2024 - 02min - 1829 - İNSANIN YARATILIŞTAKİ HAKİKÂTİ - 10 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Kendini tanımak, bilmek istersen, iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Biri zâhiri kalıp. Buna beden derler. Göz ile görülebilir. Diğeri bâtın mânâsındadır. Ona nefs derler, rûh derler ve kalp derler. Bu ancak hakikât gözü ile bilinir. Baş gözü ile görülemez. Senin hakikâtin, aslın, bu bâtın mânâsındadır. Ondan gayrısı ona tâbidir. Onun askeri ve hizmetçisidir. Biz bu mânâya kalp ismini vereceğiz. Kalp dediğimiz zaman biliniz ki, bazen rûh dedikleri, bazen nefs dedikleri, insanın hakikâtini demek istiyoruz. Kalp demekle, göğsün sol tarafına yerleştirilmiş olan et parçası yâni yüreği kastetmiyoruz. Onun bir kıymeti yoktur. Hayvanlarda da, ölülerde de vardır. Baş gözü ile görülebilir. Baş gözü ile görülen her şey, bu âlemden olup bunlara âlem-i şehâdet denir. Kalbin hakikâti bu âlemden değildir. Bu âleme garîb olarak gelmiştir. Yolcu gibi gelmiştir. Görünen et parçası, yürek onun taşıyıcısı ve âletidir. Bedenin tüm uzuvları, onun askeridir. Bütün bedenin padişahı odur. Hâkk Teâlâ’yı tanımak, O (c.c.)’un cemâlini müşâhede etmek, onun sıfatıdır. Teklif ona olmaktadır. Hitap onadır. Asıl saâdet ve şekâvet onun içindir. Beden, bütün bunlarda ona uymaktadır. Onun hakikâtini bilmek, sıfatlarını tanımak, Allâhü Teâlâ’yı tanımanın, bilmenin anahtarıdır. Onu bilmeye çok uğraş ki, o çok yüksek bir cevherdir. Melekler cevherindendir. Onun asıl madeni, Allâhü Teâlâ hazretleridir. Oradan gelmiştir, tekrar oraya dönecektir. Buraya gurbete gelmiştir. Ticaret ve ziraat tohumu ekmek için gelmiştir. O hâlde bu mânâdaki ticaret ve ziraatı bilmelisin. (Hüccetülislâm İmâm-ı Gazalî (r.âleyh), Kimyâ-i Saâdet, s.18-19)
Sun, 10 Nov 2024 - 02min - 1828 - BÜTÜN ÂZÂLARIMIZDAN SORUMLUYUZ - 09 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Cenâb-ı Hâkk şöyle buyurmaktadır: “…kulak, göz, gönül, bunların herbiri yaptıklarından sorumludurlar.” (İsra s. 36) Kulağın Bazı Afetleri Konuşulması doğru olmayan sözleri dinlemek; insanı kötülüklere sürükleyecek sözleri, şarkıları dinlemek; hatalı ve nağmeli yani şarkı gibi okunan Kur’ân’ı dinlemek; başkasının konuşmasını habersiz, gizlice dinlemek; Kur’ân okunurken ve hutbe okunurken dinlememek; hâkim, âmir, hoca, ana, baba ve koca gibi zâtların sözlerini dinlememek; müftünün ve dîni bir meseleyi öğretmek isteyenin sözlerini dinlememek; sormak zorunda kalmış bir sorumlunun sözlerini dinlememek; zayıf kimselerin sözlerine kulak vermemek kulağın afetlerindendir. Gözün Bazı Afetleri Harama bakmak; zayıflara ve fakir kimselere hakaret gözü ile bakmak; dünya işlerinde kendinden üstün olanlara imrenerek bakmak; dîn işlerinde kendinden aşağı olanlara benzeme gözü ile bakmak; namaz kılarken gözünü yumup bakmamak gözün afetlerindendir. Midenin Bazı Afetleri Haram şeyleri yemek; doyduktan sonra tekrar yemek; bedene zarar veren şeyleri yemek; çarşıda, yolda, mezarlıkta ekmek yemek; içkili, oyunlu ziyafetlerde yemek yemek; öğünmek için alınan bir yiyeceği yemek; mazereti yokken sol elle ve yemeğin ortasından yemek; çatlak bardaktan su içmek; yiyecek ve içeceği kokuncaya kadar terketmek; ana ve babaya inat edip yememek midenin afetlerindendir. Bedenin Bazı Afetleri Ayakta idrarını yapmak; eşiyle cimayı terketmek; eşinin rızası olmadan çocuk olmasına engel olmak; Sünnet-i Seniyye âdetini terketmek bedenin afetlerindendir. (Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s.), Marifetnâme, s.189-192)
Sat, 09 Nov 2024 - 02min - 1827 - CUMA GUSLÜNÜ TERK ETMEMEK - 08 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere olan emir ve vasiyetlerinden biri, kış ve yaz günleri şer’i mazeretlerimiz olmadan Cuma guslünü terk etmememiz hakkındadır. İmâm Şâfii (r.âleyh) Hazretleri, “Yolculukta olsun, hazarda olsun, kış ve yaz mevsimlerinde olsun, Cuma gününün guslünü bir kere dahi bırakmış değilim” buyurmuşlardır. Birçok insanlar, bu âhde uymamakta ve bunu bozmaktadırlar. Bu kişiler, bu vecibeye gereken önemi vermemekte, tembelliklerinden veya yıkanmak için hamam parası nefislerine ağır geldiğinden hamama gitmemektedirler. Şu var ki, temizlik ve yıkanmada açık ve belli hikmet vardır. Vücut organları sudan hoşlanır ve canlanır. Kişi, üzerindeki yorgunluğu yıkanma ile giderdiğinden, insan vücudu bütünüyle canlanır. Gevşeklikten kurtulan, canlanan organların herbiri Hâkk Teâlâ’ya münâcata başlar. Bunun sonucu insan vücudu rahatlar ve huzur duyar. Bunun için şeriatın getiricisi Efendimiz (s.a.v.) Cuma namazını kılmadan önce Cuma sabahları gusül yapmamızı, sonra hemen gidip Cuma namazımızı kılmamızı emir buyurmuşlardır. Rivâyet edilen bir hadîste, “Cuma günü yıkanan kişinin hata ve suçları affedilmiş ve silinmiş olur” (Taberânî) buyurulmuştur. Başka bir hadîste, “Cuma günü yapılan gusül, kınından çıkmış keskin bir kılıç gibi hata ve suçları tüy diplerinden biçip temizler” (Taberânî) buyurulmuştur. Şu hadîs rivâyet edilmiştir: “Cuma günü yıkanan kişi, ikinci cuma namazına kadar temizdir.” (İbn Hüzeyme) Diğer bir hadis-i şerifte: “Hâkk Teâlâ Cuma gününü müslümanlara bayram yapmıştır. Cuma namazına gelen yıkansın, güzel kokusu varsa sürünsün. Dişlerinizi de misvâklamayı ihmâl etmeyiniz.” (İbn Mâce) buyurulmuştur. (İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.160-161)
Fri, 08 Nov 2024 - 02min - 1826 - SUSMANIN FAZÎLETİ - 07 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Enes (r.a)’den rivâyet edildi ki, Allâh Resûlü (s.a.v) şöyle buyurdu: “Susmak hikmettir (akıllılıktır), fakat onu yapanlar azdır.” Bu hadisi zayıf bir senedle Beyhakî tahriç etmiş ve şunu söylemiştir: “Sahih olan, bu sözün Lokman Hekim’e âit olmasıdır.” Fuzulî konuşmaktan sakınmanın ve konuşmak gerekmedikçe susmanın medhi konusunda müteaddit hadisler varid olmuştur. Tirmizî, İbn Ömer (r.a)’den şu hadisi rivâyet etmiştir: “Susan kurtulur.” İmâm-ı Muhammed (r.âleyh) el-Âsâr kitabının sonunda İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.)’den Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Belâ, konuşmaya bağlanmıştır.” İmâm-ı Malik (r.a.); Eslem (r.a.)’in şunu dediğini rivâyet etmiştir: “Ömer (r.a.) bir gün Ebû Bekir (r.a)’in yanına gitti ve O (s.a.v.)’in kendi dilini tutup çektiğini gördü. Kendisine, “Allâh seni affetsin yâ Ebû Bekir (r.a); ne yapıyorsun?” dedi. Ebû Bekir (r.a), “Bu beni çıkmazlara sokuyor.” dedi. Muâz (r.a)’in şunu söylediğini rivâyet etmişlerdir: Ben, “Yâ Resûlallâh (s.a.v), biz konuştuklarımızdan dolayı muâheze edilir miyiz?” diye sordum. Allâh Resûlü (s.a.v) şu karşılığı verdi; “Annen yokluğunu görmesin ey Muâz; insanların yüzlerinin üzerinde (bir rivâyette burunlarının üzerinde) cehenneme sevk eden; onların dilleriyle kazândıkları günâhlar değil midir?” (Ahmed b. Hanbel) Tergib’te bu hadis Ebû Zerr (r.a)’den de rivâyet edilmiştir. Bu kitapta İbrahim (a.s)’ın suhufunda şu sözlerin bulunduğu da rivâyet edilmiştir: “Akıllı olan kimse için gereklidir ki, zamanının kıymetini bilsin, sorumlu olduğu işlerle meşgul olsun ve dilini ilgisiz şeylerden korusun. Sözünü de âmelinden bilen bir kimse, kendisini ilgilendirmeyen şeyleri konuşmaz.” (Eşref Ali et-Tehanevi, Hadislerle Hanefi Fıkhı, c.20, s.298-299)
Thu, 07 Nov 2024 - 02min - 1825 - MÜSLÜMANI ALDATAN DÜNYEVÎ MEŞGALE - 06 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İnsanoğlu bu dünyaya keyfine göre yaşaması için gönderilmemiştir. İnsanın boynunda kulluk halkası bulunmaktadır ve kıyâmet günü bu dünya yaşantısının hesabını verecektir. Dolayısıyla insan tüm hayatı boyunca bu gerçeği bilerek ve unutmayarak yaşamalıdır. Bugün İslâm’a aykırı olan birçok dünyevî meşgale müslümanlara güzel şeyler olarak lanse edilmekte ve müslümanlar aldatılmaktadır. Allâh Resûlü (s.a.v.) Efendimiz eline geçen parayı, malı, mülkü hep Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e dağıtmıştır. Hâkk Teâlâ hazretleri bütün savaş ganimetlerinin beşte birini Resûlullâh (s.a.v.)’e ihsan etmişti; ancak Resûlullâh (s.a.v.) o ganimetlerden kendisi için hiçbir şey almamıştır, tamamını Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e dağıtmıştır. “Ya Rabbim; bir gün rızık verirsin yer, içer, şükrederiz; bir gün de vermezsin sabreder böylece şükrederiz.” buyurmuşlardır. Nebi (s.a.v.) Efendimiz’in evinde aylarca ateş yanmadığı olurdu. Böyle zamanlarda süt ve hurma ile beslenirlerdi. Burada bazı kişilerin aklına “Allâh Resûlü (s.a.v.)’in elinde maddi imkân olmadığı için böyle bir hayat yaşamıştır.” şeklinde bir düşünce gelebilmektedir. Bu son derece yanlış bir düşüncedir. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e ganimetlerle çok büyük mallar ve paralar geldiği olmuştur. Meselâ Huneyn Gazvesi’nde Resûlullâh (s.a.v.) payına düşen develeri dağıttığı zaman adam başı elli ila yüz kadar deve vermiştir. Bu derece yüksek miktarlarda mal ve mülke sahip iken kendisi bunlara asla tevessül etmemiştir ve “Benim bu dünya ile hâlim, yolculuk esnasında bir ağaç altında dinlenip, ihtiyaçlarını temin edip yoluna devam eden yolcunun hâli gibidir.” buyurmuşlardır. Eğer isteseydi “Yerin hazineleri bana verildi” buyurmuştu. Ama kendileri ona iltifat edip, almamışlardır. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.94-95)
Wed, 06 Nov 2024 - 02min - 1824 - PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’İN GÜZEL KOKUSU - 05 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Câbir ibni Semüre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre bir defasında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onun yanağını okşamıştı. Câbir bu ânı şöyle anlatır: “Eli öyle serin idi ve öyle güzel kokuyordu ki, sanki mübârek elini güzel koku satan bir adamın sepetine daldırıp çıkarmış gibiydi.” Başka biri de şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.) mübârek eline güzel bir koku sürse de sürmese de, onunla tokalaşan kimse, elinde bütün gün onun güzel kokusunu duyardı. Allâh (c.c.)’un Sevgili Elçisi (s.a.v.) mübârek eliyle bir çocuğun başını okşasa, o çocuk Resûlullah (s.a.v.)’in elinin kokusuyla diğer çocuklar arasından hemen fark edilirdi.” Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, Enes ibni Mâlik (r.a.)’in evinde öğle uykusuna yatmış, altında meşin bir yaygı serili olduğu için terlemişti. Enes (r.a.)’in annesi Ümmü Süleym (r.anhâ) hemen bir şişe getirdi ve Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in mübârek yüzünde biriken terleri o şişeye toplamaya başladı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) uyanıp da ona ne yaptığını sorunca, Ümmü Süleym (r.anhâ): “Kokuların en güzeli olan senin terini, güzel koku şişesine koyup saklıyoruz.” dedi. İmâm Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr adlı eserinde Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den Câbir ibni Abdullah (r.a.)’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Allah (c.c.)’un Sevgili Elçisi (s.a.v.) bir sokaktan geçse, ardından da bir başkası o yola girse, orada kalan güzel koku dolayısıyla o kişi Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in oradan geçtiğini anlardı. Hadis, fıkıh ve tefsir âlimi İshâk ibni Râhûye (r.âleyh), sokaktan geçen kimsenin hissettiği bu kokunun, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in kullandığı güzel bir kokudan değil, onun vücûdunun tabiî kokusundan kaynaklandığını söylemiştir. (Kâdı İyâz, Şifâ-i Şerîf, c.1, s.172-173)
Tue, 05 Nov 2024 - 02min - 1823 - BELÂLARI NİMETLERE TERCİH EDENLER - 04 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Selefi Salihin’in güzel bir ahlâkı sıkıntı ve belâları nimet ve rehâvete tercih etmeleri idi. Çünkü bu sayede Allâh (c.c.)’a yönelişleri sürekli oluyordu. Öyle ya, Allâh (c.c.)’u seven kendisini Allâh (c.c.)’a yaklaştıran, kendisine Allâh (c.c.)’u hatırlatan her şeyi sever. Vehb b. Münebbih (r.âleyh) şöyle diyordu: “Belâyı nimet, rehâveti de musibet olarak değerlendirmeyen fakih değildir.” Bir keresinde bir grup Mâlik b. Dinar (r.âleyh)’i ziyarete gider. O sırada Mâlik (r.âleyh) karanlık bir odada, elinde bir ekmek somunu oturmaktadır. “Mâlik kandil yok mu? Ekmeği üzerine koyacağın bir şey yok mu?” derler. Mâlik (r.âleyh) “Beni bırakın, vallâhi ben geçmişimden nedâmet duymaktayım” der. Hasan-ı Basrî (r.a.) şöyle diyordu: “Allâhü Teâlâ’nın dünya nimetlerine boğduğu birisi bunun bir tuzak olabileceğinden endişe duymazsa, Allâh (c.c.)’un mekrinden emin olmuş demektir Oysa hüsranda olanlar dışında kimse kendini Allâh (c.c.)’un mekrinden güvencede hissedemez.” Mü’minlerin Emiri Ömer b. el-Hattâb (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Her gece yiyeceği bir parça kuru ekmek bulan fakir değildir, fakir hiçbir şey bulamayandır.” Mutasavvıfların bu ahlâkla ilgili delillerinden biri Resûlullâh (s.a.v.)’in şu sözleridir: “Sûr’un sahibi (İsrafil (a.s.)) Sûr’u ağzına götürmüş kulağını dikmiş, alnını germiş ne zaman emir alacak da Sûr’a üfleyecek diye bekleyip dururken, insan nimetlerden nasıl zevk alabilir?” Bu hadis-i şerif bize, kâmil zatların bu dünyadan kıyâmet gününün korkunçluklarını seyredebildiklerini göstermektedir. Temâşa ettikleri o manzaralar kendilerinde ne yeme ne içme ne uyku ne de cinsel zevk bırakmıştır! (İmâm Şa’rânî, Tenbihü’l-Muğterrin Tercümesi, s.206-207)
Mon, 04 Nov 2024 - 02min - 1822 - İSLÂMİYETE SAHİP ÇIKAN MÂNÂ ERLERİ - 03 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Sahâbenin, Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) katında dinin eminleri ve hidâyete kavuşmuş yıldızları oldukları kesin delillerle belirtilmiştir. Onlar, “Şüphesiz Kur’ân’ı biz indirdik ve onu yine biz koruyacağız.” (Hicr s. 9) âyetinin mânasınca değişiklik ve yanlışlıktan korunmuş olan Kur’ân’ı me’sûr tefsirleriyle ve “Burada hazır olanlar olmayanlara duyursun” güzel hitabınca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bütün fiil, hâl, takrîr ve sözlerini ortaya çıkış sebepleriyle birlikte nakil ve tebliğ için seçilmişlerdir. Tâbiîn (r.a.e.) de onların hayırlı halefleridir. Her iki neslin de değerini bilmemek kadar câhillik, dinî hizmetlerini inkâr edecek kadar nankörlük düşünülemez. İslâmiyete sahip çıkıp onu koruyan, yayan ve sağlam bir kulpa yapışan bu mâna erlerini, hata ile ithâm çıkmazına batan sapık fırkalar, din ve mezheplerini şaşılacak bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kadar dayandırabiliyorlar. Kur’ân’ı anlayıp hüküm çıkarabilmek için yalnızca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ehl-i Beyti (r.a.e.)’den rivâyet edilen hadislere vâkıf olmak yeterli değildir. Şâri‘ Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyânlarını içine alan bütün sünnet ve hâdîsleri de kesinlikle göz önünde bulundurmak gerekir. Bu durumda sahâbe ve tâbiîn (r.a.e.)’in rivâyet ve haberlerine itimat etmeyen kendini beğenmiş kişilerin, Kur’ân âyetlerini kendi görüş ve heveslerine göre bâtıl te’villere çektikleri, “Kalplerinde eğrilik olan kimseler fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar” (Âl-i İmrân s. 7) âyetinde belirtildiği gibi doğru yoldan sapıp uzaklaştıkları, sanki İslâmiyet ile bir benzerliği varmış gibi görünen geçersiz bir mezhep ve bâtıl bir yol ortaya koymaya uğraştıkları kolayca anlaşılır. İşte bu hakîkate bağlı olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) “Ümmetim çeşitli fırkalara ayrılacak” hadisinin sonunda bunlardan kurtulacak fırkayı (Fırkâ-yı Nâciye) “Onlar bana ve ashâbıma uyarlar” diye tanımlayarak diğerlerinden ayırmıştır. (Manastırlı İsmail Hâkkı, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.) Hayatından Rabbânî Esintiler, s.25-26)
Sun, 03 Nov 2024 - 02min - 1821 - ALLÂH (C.C.)’UN CENNETE SOKMAYACAĞI SINIF - 02 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Hz. Ömer (r.a.)’in Peygamberimiz (s.a.v.)’e nisbet ettirdiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “İnsanlar dinar ve dirhem hırsına kapılır, alışverişte birbirilerini aldatır, sığırların kuyruklarına tâbi olur yani ekme biçme işlerine dalar, Allâh yolunda cihadı terk ederlerse, Allah belâ indirir. Dinlerine dönüp, şeriata uygun şekilde yaşamadıkları sürece o belâyı kendilerinden kaldırmaz.” Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir toplumda faiz yaygınlaşırsa muhakkâk içlerinde delilik çoğalır, bir millette zinâ zuhur ederse, içlerinde ölümler (farkedilir derecede çok ölüm) belirir. Bir kavim, tartı ve ölçüde hile yaparsa Allâh kendilerinden yağmuru keser (senelerce kıtlığa maruz kalırlar).” Şöyle rivâyet olunmuştur: “Bir beldede zina ve faiz yaygınlaştığı vakit, Allahü Teâlâ o beldenin yıkılmasını buyurur.” Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulur: ... Faiz yiyen kimse öldüğü andan kıyâmete kadar kan kırmızısı bir nehirde yüzdürülerek azâb olunur. Dünyada biriktirdiği haram mal kendisine zorla yutturulur. Kıyâmete değin kabirdeki azâbı budur. (Buharî) Allâh (c.c.)’un cennete sokmayacağı sınıflardan birinin de “faiz yiyenler” olduğu hadîs-i şerifte zikredilmiştir. Faiz yiyenler, faiz yemede çeşitli hilelere saptıklarından köpek ve domuz suretinde haşrolunacakları ifade olunmuştur. Nitekim eski kavimlerden biri, cumartesi günü balık avlamaları yasak edilince sahtekârlığa başvurarak cumartesi günü kanallar kazıp bu kanallara düşen balıkları pazar günü avlamaları üzerine hilelerinin cezası olarak Allâh (c.c.) tarafından maymuna dönüştürülmüşlerdi. Allâh (c.c.)’a hilekârların hud’aları (hileleri) saklı kalmaz. Hadis-i şerifte şöyle rivâyet etmiştir: “Allâh faiz yiyene, yedirene, faize şahidlik edenlere ve yazanlara lânet etsin! Bunlar kıyâmete değin Peygamber’in lânetine uğramışlardır.” (Tirmizî) (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar, s.64-65)
Sat, 02 Nov 2024 - 02min - 1820 - SIRTIMIZDAKİ YÜKLER: MALLARIMIZ - 01 KASIM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ebû Derda (r.a.)’in şöyle dediği anlatılır. “Ey insanlar, nedir başınıza gelenler? Görüyorum ki, bir şey bilenleriniz (âlimleriniz) bir bir gidiyor. Bir şey bilmeyen cahilleriniz ise, bir şey öğrenmek istemiyor. Âlimlerin gidişi ile ilim kalkmadan bir şeyler öğrenmeye çalışınız. Size ne oluyor ki; Allâhü Teâlâ’nın size kefil olduğu şeye hırsla sarılıyorsunuz. Sizi vekil eylediği şeyi de unutuyorsunuz. Ben, sizin kötü huylularınızı baytarın hasta atları ayırt etmesinden daha iyi ayırt ederim.” Ebû Derda (r.a.) Humusluların yanına gitti. Onlara şöyle dedi. “Siz, Allâh (c.c.)’dan korkmaz mısınız ki, içinde oturamayacağınız evler yaparsınız. Kavuşmanıza imkân olmayan ümitler beslersiniz. Ve yiyemeyeceğiniz kadar mal toplarsınız. Sizden önce gelenlerden bâzıları, çok sağlam binalar yaptılar. Çok mal topladılar. Çok uzun emellere kapıldılar. Ancak, bir sabah gördüler ki, evleri kabirler hâline gelmiş, bütün ümitleri bir aldanıştan ibaret; topladıkları mallar ise, sırtlarına birer yük olmuş. Katâde (r.a.), Enes b. Mâlik (r.a.)’den naklen Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı. “İnsanoğlunda iki şey hariç her şey ihtiyarlar. Onlar da hırs ve emelidir.” Emirül Mü’minîn Hz. Ali b. Ebî Talib (r.a.)’in şöyle dediği anlatılır: “Sizin için en fazla iki şeyden korkuyorum: Uzun emel ve boş arzulara kapılmak. Uzun emel, âhireti unutturur. Hevaî (boş) arzulara uymak ise, Hâkk Teâlâ’dan alıkoyar. Hz. Ali b-Ebî Talib (r.a.), bir gün Hz. Ömer (r.a.)’e şöyle dedi. “Eğer arkadaşın (Resûlullâh (s.a.v.)) gibi yaşamak istersen, elbiseni kendin yama, ayakkabını kendin tamir et, emelini kıs. Tam doymayacak kadar ye.” (Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbihü’l-Gâfilin, s.251-254)
Fri, 01 Nov 2024 - 02min - 1819 - OSMANLI DEVLETİ’NDE SOSYAL MÜESSESELER - 31 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Osmanlı Devleti ilmî müesseselerini yaptığı gibi hemen fetihleri müteakip sosyal müesseselerini de kurmaya başlamış, devletin hududu genişledikçe bu teşekkül de o nisbette artmıştır. Bu sosyal müesseselerin yani cami, imaret, hastahane, kervansaray, köprü, han, hamam, çeşme ve zaviyelerin idareleriyle bunların muhâfaza ve idâmeleri için vakıflar yapılmış veyahut devletçe bazı yerler halkının vergilerden muafiyeti suretiyle muhâfaza ve devamları temin olunmuştur. İçtimaî müesseselerin başında gelen camiler, mânevi bir ictima mahalli ve ibâdet yeri oldukları gibi aynı zamanda sadr-ı İslâm’dan beri müslümanların işlerini görmek ve karar altına almak için bir toplantı yeri de olmuştur. Her semtin camiine gelenler hükümet tebligatından ve mahallece verilen kararlardan haberdar olurlardı. İctimaî müesseselerden biri de imâretlerdir. Kuşları himaye ve onların kışın kar yağdığı zamanlarda bile yiyeceklerini ve yaz sıcaklarında içecekleri suyu temine kadar şefkât gösteren ecdadımızın, medreselerde okuyan talebelerle muhtaç ve kimsesiz insanlar hakkında ne kadar rahim ve şefik davrandıklarını söylemeğe hacet yoktur. İctimaî müesseselerin diğeri de kervansaraylar ile hanlardır ki, yol üzerindeki durak yerlerinde ve şehirlerle kasabalarda yapılmışlardır. Buralara konuk olanlar hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar, üç gün yiyip, içip yatarlar ve para vermezlerdi. Kervanların ve yolcuların dar vadi ve korkulu yerlerden geçerlerken bir taarruza uğramamaları için böyle yerlere devlet tarafından vergilerden muaf olarak derbendçi bekçiler konmuştu. (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.1, s.480-483)
Thu, 31 Oct 2024 - 02min - 1818 - BÎR ŞEY İSTEYENE CİMRİ DAVRANMAMAK - 30 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere vasiyetlerinden biri, bizlerden bir şey isteyen müslüman bir kimseye karşı cimrilikle değil, el açıklığı ile davranıp, bu isteğini karşılamamız hakkındadır. Yüce Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve onu izleyen imâmların ahlâk ve sıfatları ile ahlâklanmak, ancak böyle mümkün olur. Ancak uyarıcı ve yol sahibi bir şeyhin eliyle bir kimse, bu âhdi yerine getirebilir. Kendisini dünya sevgi ve bağlantısından ve dünyanın insanı etkileyen o lezzet ve şehvetlerinden, bu yolu izlediği takdirde kurtarabilir. Bir hadis-i şerifte anlatılır: Efendimiz (s.a.v.) şöyle duâ ederlerdi: “Ey Allâh’ım, cimrilik ve tembellikten sana sığınırım.” (Müslim) Şu hadîsi anlatır: “Cimrilikten sakınınız. Cimrilik sizden önce gelenleri yok etmiştir. Öyle bir duruma gelmişlerdi ki, bu uğurda kanlarını döktüler. Günâh olan fiil ve yasakları kendilerine helâl kıldılar.” (Müslim) Başka bir hadîste: “Cimrilikten sakının. Sizden önce gelenleri, cimrilik kötülüklere sürüklemişti de, sıla-i rahmi kesip koparmışlar, günah işleri kendilerine helâl kılmışlardı.” (İbn Hibban) buyurulmuştur. Diğer bir rivayette ise: “İnsan için en yaman şer, üzüntüye sevk eden aşırı mal hırsı ve şiddetli korkudur.” (Ebû Davud) buyurulmuştur. Resûlullâh (s.a.v.) hadis-i şerfilerinde şöyle buyurmuşlardır: “Bir kulun kalbinde cimrilikle (aşırı mal hırsı ile) imân, hiçbir vakit yan yana gelip, birleşemez.” (Nesaî) “Cimri bir kimse Cennet’e giremez.” (Taberanî) “Yalancılar, fesâtçılar, yaptığı iyiliği başa kakanlar ve cimriler Cennet’e giremezler.” (Tirmizî) Allâh (c.c.) en doğrusunu bilir. (İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.945-948)
Wed, 30 Oct 2024 - 02min - 1817 - SAHABE (R.A.E.)’İN, RESÛLULLÂH (S.A.V)’İN SÜNNETİNE BAĞLILIKLARI - 29 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Beyhaki’nin naklettiğine göre ihtiyar bir kadın Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.)’a mirastan pay almak için geldi. Ebû Bekir (r.a.) ona dedi ki: “Senin için Allâhü Teâlâ’n kitabında bir hüküm yoktur ve Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetinde de senin için bir hüküm bilmiyorum. Sen dön de bunu sahabelere bir sorayım.” Muğire b. Şube (r.a.) Ebû Bekir (r.a.)’a dedi ki: “Ben Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetinde yanında idim, nineye mirastan 1/6 kadar pay verdi.” Ebû Bekir (r.a.) dedi ki: “Bu esnada seninle beraber başka birisi var mıydı?” Muhammed b. Mesleme el-Ensari (r.a.) ayağa kalkarak, Muğire’nin dediklerinin aynısı söyledi. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a.) bildirilen payı, kendisine gelen ihtiyar kadına verdi.” Beyhaki, Said b. Müseyyeb (r.a.)’den nakletti ki: “Ömer (r.a.) diyetin, kişinin erkek tarafından olan akrabalara ait olduğunu ve kadına, kocasının diyetinden herhangi bir şeyi veremeyeceğini söylemekteydi. Ta ki Dahhak b. Süfyan (r.a.)’in, Resûlullâh (s.a.v.)’in, diyetten kadına düşen payın belirlenmesi meselesini kendisine yazdırdığını haber vermesine kadar bu böyleydi. Ömer (r.a.) bu hadisi işitince hemen Resûlulah (s.a.v.)’in sözüne döndü. Yine Beyhaki naklettiğine göre Ömer (r.a.) şöyle dedi: “Resûlullâh (s.a.v.)’in cenin (anne karnındaki çocuk) hakkında bildirdiği bir bilgiyi, Allâhü Teâlâ’nın kendisine hatırlattığı bir kişi var mı?” Hami b. Malik (r.a.) ayağa kalktı ve dedi ki: “Benim iki zevcem vardı. Onlardan biri diğerine sopa ile vurdu. Hamile olduğu için karnındaki cenin ölü olarak düştü. Resûlullâh (s.a.v.) bunun hakkında sağlam bir kişinin 1/20 kadar bir miktarda hüküm verdi.” Bunun üzerine Ömer (r.a.) dedi ki: “Şayet burada bizim için verilen hükmü işitmemiş olsaydık, nerdeyse kendi görüşümüze göre hüküm verecektik.” (İmâm Suyutî, Akidede Sünnetin Yeri, s.55-57)
Tue, 29 Oct 2024 - 02min - 1816 - BAZI DİNİ TABİRLER (EF’ÂL-İ MÜKELLEFİN) - 28 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Mükellef: Buluğ çağına gelmiş, ibâdet etmekle ve günâhlardan kaçınmakla vazifeli, aklı başında her müslümana mükellef denir. Mükellef (yetişkin) kimselerin yaptıkları işlere “Ef’âl-i mükellefin (mükelleflerin yaptıkları işler)” denir. Bunlar; Farz: Dînen kesin olarak yapılması gereken şeylerdir. Farz-ı ayn: Her mükellefin bizzat kendisinin yapması gereken şeylerdir. Farz-ı kifâye: Mükelleflerin bazılarının yapmaları ile diğerlerinin yapma mecburiyet kalmayan şeylerdir. Vâcib: Kat’î ve kesin bir delille emredilmediği halde pek kuvvetli bir delille emredilen şeylerdir. Sünnet: Peygamberimiz (s.a.v.)’in, farzın dışında yaptığı şeylerdir. Müstehâb: Sevilen şey demek olup Peygamber (s.a.v.)’in bazen yapıp bazen terk ettiği şeylerdir. Haram: Dînen kat’î (kesin) delil ile yasaklanmış olan şeylerdir. Mubah: Yapılmasında da yapılmamasında da günâh veya sevâp olmayan şeylerdir. Mekruh: Yapılması dinde hoş olmayan ve çirkin görülen şeylerdir. Müfsit: Bir ibâdeti bozan şey demektir. Helâl: Yapılmasında dînen hiçbir yasak olmayan şeylerdir. Meşru: Dîne, şeriata uygun demektir. Mahzur: Şer’an kullanılması ve yapılması yasaklanan şeydir. Sahih: Doğru ve yerinde olan şey demektir. Esah: En doğru demektir. Bâtıl: Boş, yok hükmünde. Caiz: Yapılması doğru olan, yasak ve mahzurlu olmayan. Lâzım: Farz ile vâcib arasında farzdan aşağı vacipten mühim olan şeydir. Efdal: Daha iyi, daha üstün, daha faziletli, sevâbı daha çok demektir. Taharet: Maddî veya manevî pisliği gidermek; abdest almak veya gusletmek.Tâhir: Temiz. Necis: Pis. Necaset: Pislik, pisliğin kendisi. Hades: Bazı ibâdetleri yapmaya engel olan manevî kirlilik. Habes (Habis): Kendisi pis olan ve temizlenmesi mümkün olmayan şey. Beis: Zarar, mahzur. (Muhammed Alâüddin, El-Hediyyetü’l- Alâiyye, s.21-22)
Mon, 28 Oct 2024 - 02min - 1815 - İSLÂM’A GÖRE ŞİİLİK-2 - 27 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Şiîler, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’i kötülemekle, dolaylı olarak İslâmiyeti ve Kur’ân-ı Kerîm’i kötülemişlerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in toplanmasında herbirinin hizmeti olduğu gibi, İslâmiyeti bize ulaştıranlar da onlardır. Bu sebeple, onları kötülemek, Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâmiyet’i kötülemeye götürür. Şiîlerin dediği gibi, halîfelik dînin esaslarından yâni îmânı ilgilendiren bir rükûn değildir. Fakat bâzı Şiî gurupları bunda taşkınlık yaptığından Ehl-i Sünnet âlimleri halifeliğe âit bilgileri Akâid ve Kelâm ilmi içine almışlardır. Üstünlükleri hilâfet sırasına göredir. Böyle inanmak, Ehl-i Sünnet olmanın alâmeti ve işâreti sayılmıştır. Ehl-i Sünnet’e göre peygamberlerden başkası mâsum, günâhlardan korunmuş değildir. Hiçbir evliyâ sahâbîlik derecesine ulaşamaz, nerde kaldı ki peygamberlik derecesine yaklaşabilsin. Halbuki Şîilerde imamlar mâsum, yâni günâhtan korunmuşlardır. Onlara vahiy de gelmektedir. Ehl-i Sünnet, Hz. Ali (k.v.)’nin ve bütün Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’in birbirini sevdiğini kabul eder. Dolayısıyla Hz. Ali (k.v.)’nin takiyye yaptığını reddeder. Şiîler, târih boyunca Ehl-i Beyt’ten bir mübârek zâtı kendilerine siper etmişlerdir. Meselâ, Ca’fer-i Sâdık (r.a.)’in yolunda olduklarını iddia ederler ve kendilerine “Câferî” ismini verirler. Halbukî, bu mübârek zât, Şiî inancında olmadığı gibi, târihî kaynaklarda bildirildiği üzere onların görüş ve fikirlerini reddetmiş, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) gibi Ehl-i Sünnet’in reisine hocalık yaparak tasavvufta daha yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır. Yine bazı Şiî fırkalarının, Allâhü Teâlâ’nın Hz. Ali (k.v.)’ye hulûl ettiğini (girdiğini) ve onun ilâh olduğunu söylemeleri, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den bir kısmını kâfirlikle ithâm etmeleri gibi inançlar İslâmiyet’ten ayrıldıklarını göstermektedir. Şiîlerin ezân, abdest, namaz, nikâh gibi fıkhî konulardaki farklı noktaları, âdetâ îtikâdî esasları gibi onların ayırıcı özellikleri olmuştur. Bu husûsiyetleriyle müslümanların asırlardan beri doğru ve hak olduğunda söz birliği ettikleri Ehl-i Sünnet’in ameldeki dört mezhebinden ayrılmışlardır. (Rehber Ansiklopedisi, c.18, s.284)
Sun, 27 Oct 2024 - 02min - 1814 - İSLÂM’A GÖRE ŞİİLİK-1 - 26 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Şiilik Abdullah b. Sebe isimli bir Yahudi tarafından çıkarılmış ve tarihleri boyunca müslümanlarla savaşmış; ibâdet ve muamele yönünden Ehl-i Sünnet’ten büyük ölçüde ayrılmış bir topluluktur. Şiîlerin fıkıhla ilgili görüşlerinden bâzıları da şöyledir: “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh”dan sonra “Eşhedü enne Aliyyen veliyyullah”; “Hayyealelfelâh”tan sonra ise, “Hayye alâ Hayril amel” derler. Mest üzerine değil, çıplak ayak üzerine mesh ederler ki Nebî (s.a.v.) hiçbir zaman çıplak ayak üzerine meshetmemişler, ya mübarek ayaklarını yıkamışlar ya da mest üzerine meshetmişlerdir. Namazda Kerbelâ toprağından yapılmış “türbet” veya “mühür” denen bir parça üzerine secde etmenin efdâl olduğunu söylerler. Mut’a nikâhını (belli bir müddet için olan evliliği) kabul ederler. Mîras hususunda da farklı görüşleri vardır. Buraya kadar Şiîliğin ve fırkalarının görüşleri genel çerçevede ortaya konulmuştur. Bunların Ehl-i Sünnet’e (Sünnî îtikâda) göre değerlendirilmesi şöyledir: Ehl-i sünnet, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e)’e hürmet noktasında hassasiyetle durmuştur. Çünkü Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’in hepsi Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde medh olunmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen; “Allâh onların hepsinden râzıdır. Onlar da Allâhü Teâlâ’dan râzıdırlar.” buyrulmaktadır. Sahâbeyi Kirâm (r.a.e.)’i kötülemek, bu âyet-i kerîmeye inanmamak olur. Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki: “Ashâbımı seven beni sevdiği için sever, onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur.” ve “Ashâbımdan bundan sonra çıkacak hatâları, Allâhü Teâlâ affedecektir. Çünkü onların İslâm dînine yaptığı hizmeti kimse yapmamıştır.” ve “Ashâbımın herbiri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız Allâhü Teâlâ’nın sevgisine kavuşursunuz.” “Ashâbımın ismini işitince, susunuz. Şanlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz.” ve “Herkese şefâat edeceğim. Fakat ashâbıma dil uzatanlara, onları kötüleyenlere hiç şefâat etmem.” Şiîler, Ehl-i Beyt’e sevgi ve bağlılık iddiâsıyla Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’e kin ve düşmanlık beslemişlerdir. Üstelik Ehl-i Beyt’i ve onlardan olan on iki imâmı sevdiklerini söyledikleri hâlde, onların yolundan da gitmemişlerdir. Çünkü on iki imâmın hepsi Ehl-i Sünnet idi. (Rehber Ansiklopedisi, c.18, s.284)
Sat, 26 Oct 2024 - 02min - 1813 - KADIN ERKEK EŞİT Mİ? - 25 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Beden yapısından ses tonuna, duygu dünyasından düşünce âlemine, sahip olduğu güçten suret ve şekline kadar birçok noktada erkekten farklı olan kadının sosyal hayatta kendisine yüklenen görev açısından erkekle eşit olması asla mümkün değildir. O halde günümüzdeki kadın erkek eşitliği konusundaki bir takım söylemler ancak ve ancak modern ve çağdaş olduğunu iddia eden dinsizlerin kadını aslî fıtratından çevirmeye yönelik teşebbüslerinin bir sonucudur. Zira şuur sahibi varlıklar şöyle dursun evrendeki bütün cisimler dahi, kendilerine çizilen çizginin dışına çıkmadıkları ortadadır. Eşitlik adı altında verme yerine yaptığı her şeyin karşılığını alma, paylaşma yerine bencilliği kardeşlik yerine çatışmayı, şefkat yerine öfkeyi, sevgi yerine nefreti öne çıkaran bir medeniyetin, aileyi yaşatması ve ayakta tutması imkânsızdır. Karı koca olmayı profesyonel birer meslekmiş gibi algılayan, daha evlenmeden oturup haklarını konuşan ve hukuku devreye sokarak özgürlüğünü ve mal varlığını güvence altına almaya çalışan kız ve erkekten nasıl sıcak bir yuva oluşabilir. Kısaca evini unutan, eşini değil işini önceleyen aile fertlerinden İslâm medeniyeti gelişme kaydedebilir mi? Erkek açısından evleneceği kızın güzel olması, aile bütçesine katkı yapacak bir işinin bulunması, kız için de evleneceği erkeğin yakışıklı, iyi bir gelir düzeyine sahip, yüksek makâm, kariyer, geniş bir ev, lüks ev eşyası, otomobil gibi dünya nimetlerine sahip olması en öncelikli istekler olmuştur. Kadın problemini dile getirenler, haklarını savunduklarını iddia edenler, kadının bütün kayıtlardan sıyrılmasını, tamamen serbest kalmasını savunurlar. Fakat kadının fazîletinden, bu fazîletin korunmasından bahsetmezler. Kadının açık gezmesine, içki, kumar ve eğlence âlemlerine katılıp burada yabancı erkeklerle iç içe olmalarına göz yumarlar. (Basından Derleme)
Fri, 25 Oct 2024 - 02min - 1812 - PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİ-2 - 24 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
(Dünden devam) Sultan Fatih’in memleketi teftiş için görevlendirdiği iki papaz dolaşmaya devam ederler: İznik’te bir adam, kendisine bir tarla satan şahsı, şöyle bir sebepten dolayı dâvâ etmektedir. Der ki: “Efendim, ben bu adamdan bir tarla satın aldım. Ekin için sürerken bir yerinde bir define çıktı. Götürdüm verdim. Almadı. “Bu, benim hakkım değil” dedi. O da “Ben tarlanın sadece üstünü değil, altını da sattım, define senindir” dedi. Ben de “Senden tarla aldım, fakat altından çıkan defineyi alamam, o senin hakkındır” dedim ama bir türlü kabul etmedi. Ben de aramızda geçen anlaşmazlığı çözüme kavuşturmak için size geldim” deyince hâkim hayretler içinde kalır ve şöyle karar verir: “Öyleyse aranızda yarı yarıya taksim edin.” Tarlayı alan adam bu hükümden memnun olmamıştır. Zira tarlayı satan şahsın bunu tamamen almamasından muzdariptir. Ama şeriatın hükmü de böyledir der ve karara boyun eğer. Papazlar yine birbirlerine şaşkın şaşkın bakarlar. Nereye gitsek adalet böyle tecelli ediyor. Yeter, daha ne diye dolaşalım. Hemen gidip yeni padişahımıza haber verelim deyip İstanbul’a varırlar. Huzûra çıkıp gördüklerini teker teker anlatırlar. Nereye gittiysek hep adaletle karşılaştık. Eğer memlekette adalet devamlı böyle uygulanırsa daima ilerlersiniz, derler. (Süheyl Ünver, 29.05.1953 Yeni Sabah Gazetesi. Nakil: Dursun Gürlek) YAĞMUR SUYUNA OKUNACAK DUÂ Ömer İbn-i Hattâb (r.a.)’in rivayetine göre; Resûlullâh (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim yağmur suyundan alır da (bir rivâyette Nisan yağmurundan) üzerine yetmiş (70) def’a Fâtiha ve yetmiş (70) def’a Âyete’l-Kürsî ve yetmiş (70) Kulhüvellâhü Ehad ve yetmişer (70’er) def’a da Mu’avvizeteyn’i (Felâk ve Nâs Sûreleri’ni) okursa, nefsim yed-i kudretinde olana yemîn ederim, muhakkak Cibrîl bana geldi ve haber verdi ki: “Her kim, bu sudan arka arkaya yedi (7) gün sabahları içerse, muhakkak Allâh Sübhânehü ve Teâlâ, o suyu içen kimsenin cesedindeki bütün hastalıkları defeder. Ve onu hastalıktan âfiyette kılar. Ve damarlarından ve etinden ve kemiğinden ve bütün âzâlarından (hastalığı) çıkarır.”
Thu, 24 Oct 2024 - 02min - 1811 - PAPAZLARI HAYRAN BIRAKAN İSLÂM ADALETİ - 23 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Fatih Sultan Mehmet Hân, İstanbul’u aldıktan sonra bir gün şehirde dolaşırken mahzen gibi bir yerden inilti sesleri duyuyor. Adamları oraya gidince perişan vaziyette iki papaz ile karşılaşıyorlar. Niçin hapsedildiklerini soruyorlar. Papazlar, “Biz İmparator Konstantin’e müracaat ederek, memleketin gerilemesine ve bu hale düşmemize sebep hep adaletsizliktir. Adaleti tesis et” dedik. O da kızdı ve bizi hapsetti. Bizimkiler papazlara, “Artık buradan çıkın” dediklerinde, “Biz yerimizden memnunuz. Adalet olmayan yerde artık bizim işimiz yok, bizi rahat bırakın” diye cevap verdiler. Durum Fatih’e bildiriliyor. Padişah, “Onları huzuruma getirin” emrini veriyor. Papazları temizleyip yanına getiriyorlar. Fatih, önce bunların böyle doğru konuşmalarından memnun olduğunu söylüyor. Daha sonra memleketi dolaşmalarını ve adalete aykırı bir durumla karşılaşırlarsa, derhal bildirmelerini emrediyor. İki papaz yola revan oluyor. Evvelâ Bursa’ya gidiyorlar. Ne yapalım diye düşünürken, mahkemeye gidip dâvâ dinleyelim diye karar veriyorlar. Şöyle bir dâvâ dinliyorlar. Bir dâvâcı diyor ki: “Efendim, bu adam bana bir at sattı. Fakat solungandır, demedi. Sık sık hastalanıyordu. Durum böyle olunca alışverişi bozmanız için size koştum. Fakat siz makamınızda yoktunuz. Döndüm, baktım ki at ölmüş. Ben şimdi hakkımı arıyorum.” Hâkim şöyle hüküm veriyor: “Ben yerimde olsaydım bu alış-verişi bozacaktım. Fakat yerimde bulunmamam dolayısıyla adaleti hemen yerine getirme imkânı olmadı. At da öldü. Dolayısıyla suçlu olan benim. Atın bedelini ben ödeyeceğim.” Hâkim, kaç para ise verir ve dâvâyı halleder. İki papaz bir süre birbirine baktıktan sonra oradan ayrılır. Şimdi ne yapalım, dedikten hemen sonra İznik’e gitmeye karar verirler. (Devamı diğer yaprakta) (Süheyl Ünver, 29.05.1953-Yeni Sabah Gazetesi. Nakil: Dursun Gürlek)
Wed, 23 Oct 2024 - 02min - 1810 - MAHŞER GÜNÜ AÇ VE SUSUZ KALMAYALIM! - 22 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Elimize geçen malları biriktirmeyip, bunları nefsimize, ailemize, dostlarımıza ve diğer tanıdıklarımıza dağıtarak yardım etmemiz, Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere emanet edip bıraktığı vasiyetlerinden biridir. Sahih ve şer’î bir gayenin dışında mal biriktirmemeliyiz. Kişi, kendi emeği ile çalışıp sermayesinin kazancıyla yiyorsa, elindeki sermayesini eksiltmeden kazancını ailesine, yakınlarına, akrabalarına harcayabilir. Şeyh Aliyyü’l-Havvâs (r.âleyh) bu konuda şöyle demiştir: “Kıyâmet gününde her insan, terk ettiği peygamber ahlâkından bir ahlâka mukabil bir belâ ile karşılaşacaktır. Meselâ, Allâh (c.c.) için yedirmeyen ve ikram etmeyen kişiler, o dehşetli günde mahşer yerine aç olarak geleceklerdir. Allâh (c.c.) için su içirmeyenler, susamış olarak geleceklerdir. Halka ezâ ve cefa yapanlar aynı muamele ile geleceklerdir. Böylece her fert dünyada yetiştirdiği ağacın meyvesini orada toplayacaktır. Kişi, dünyada ne ekerse, âhiret günü onu biçecektir.” Müslim şu hadîsi rivayet eder: “Ey Âdemoğlu! Hacetinden fazlasını fazîlet yolunda harcarsan senin için daha hayırlı olur. Cimrilik yapar, kimseye bir hayrın olmazsa bu sana şer ve kötülük getirir. Hacetinden fazla malın olmadığında kimseye bir şey vermemekle kınanmazsın.” Hz. Enes (r.a)’den şöyle naklederler: “Resûlullâh (s.a.v) Efendimiz, ertesi gün için hiçbir yiyecek ayırıp saklamazdı.” (Beyhakî) Bezzâr şu hadîsi rivayet eder: “Ben yanımda bir altının üç gün sabahlamasından (kalmasından) hoşlanmam. Ancak borcum için hazırladığım miktarın kalmasında beis yoktur.” (İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.197-203)
Tue, 22 Oct 2024 - 02min - 1809 - RÂBBANÎ LÜTÛF VE İLÂHÎ LÜTÛF - 21 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allâhü Teâlâ bizleri ve bizim için bu evreni yarattığı zaman kendisi için iki tane lütûf yaratmıştır. Birincisi râbbanî lütûftur. Zira o bütün mahlukâtın Râbbidir ve yaratıcısıdır. Bundan ötürü onların yaşamlarını idame ettirecek imkânları da hazırlamıştır. İkincisi ise ilâhî lütûftur. Bu lütûf yalnızca kendisine imân eden kulları içindir. İlâhi lütûf mü’mine yardım etmesi, onu hidayete erdirmesi ve ahirette de faydalandırmasıdır. Râbbani lütûf dünyada mü’min ve kâfir için eşittir. Bu konuda Allâh (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Allâh’ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kıldı?” De ki: “Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyâmet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır.” İşte anlayan bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.” Yani dünyada faydalandığımız meyveler, tatlı sular, tatlı yiyecekler, temiz ve güzel giyecekler bütün hepsi mü’min ve kâfir için yalnızca dünyada eşittir. Ahirette ise bunların hepsi sadece mü’minler içindir. Kâfirin yiyeceği ise zakkumdur. “Şüphesiz zakkum ağacı günahkârların yemeğidir, o karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar.” (Duhan s. 43-46) Ahirette kâfirin giyeceği ateşten elbisedir. “Şimdi inkar edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir.” (Hac s. 19) İçecekleri ise bağırsakları parçalayan kaynamış sudur. “Cehennemdekiler ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar. Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için kaynar su karıştırılmış bir içecek vardır.” (Saffat s. 66-67) Öyleyse kâfirler dünyada istifade edebildikleri bütün nimetlerden ahirette mahrum olurlar. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran’da Kıyâmet Sahneleri, s.13-14)
Mon, 21 Oct 2024 - 02min - 1808 - MESCİDE KOMŞU OLANLAR - 20 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ebû Hüreyre’den yaptığı diğer bir rivâyetinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Andolsun, gönlümden öyle geçiyor ki, kendi adamlarıma emredeyim, bana pek çok odun toplasınlar, sonra, hiçbir mazeretleri olmadıkları halde evlerinde namaz kılan kimselere gideyim, hanelerini başlarına yakıvereyim.” (Müslim) Bu sahih hadiste mazeretsiz cemaati terkedenler için pek ağır vaîdler vardır. İbn Abbas’dan şöyle rivâyet etmiştir: İbn Abbas (r.a.)’e: “Gündüz oruç tutan, gece ibâdetle meşgul olan, fakat cemaatle namaz kılmayan ve cumaya gitmeyen bir adamın durumu nedir” diye sorulunca İbn Abbas (r.a.): “O o halde ölürse cehennemdedir” cevâbını verir. (Tirmizî) Rivâyet edildiğine göre âmâ bir adam Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e gelir ve: “Ya Resûlallah, elimden tutup beni mescide getirecek kimsem yoktur. Evimde namaz kılmam için bana ruhsat var mıdır?” Resûl-i Ekrem (s.a.v.) önce adama ruhsat verir. Âmâ adam geri dönüp giderken Resûlullah (s.a.v.) adamı geri çağırır ve: “Ezanı duyuyor musun?” diye sorar. “Evet duyuyorum.” cevâbını alınca; Peygamberimiz (s.a.v.): “Öyle ise icâbet et, cemaata devam et” buyurur. (Müslim) Rivayet edildiğine göre; iki gözü görmeyen İbn Ümmü Mektum (r.a.), Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in huzuruna geldi ve: “Yâ Resûlallâh Medine zehirli ve yırtıcı hayvanları çok olan bir yerdir. Halbuki benim gözlerim görmüyor, evimde namaz kılmam için bana ruhsat (izin) var mı?” Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Haydin namaza, yönelin felaha, sesini (ezânı) işitiyor musun?” “Evet duyuyorum.” Resûlullâh (s.a.v.): “Öyle ise icâbet et, cemaate gel” buyurdu. (Ebû Davud) Hz. Ali (k.v.) de şöyle diyor: “Mescide komşu olan için farz namaz ancak mescittedir.” Kendisine soruldu: “Kimler mescide komşu sayılır?” O: “Kim ezânı duyuyorsa” cevâbını verdi. (İmâm Şemsüddin ez-Zehebî, İslâm Şeriatinde Büyük Günâhlar, s.208)
Sun, 20 Oct 2024 - 02min - 1807 - HANEFÎ İMÂMLARINDAN, İMÂM-I MUHAMMED (R.A.) - 19 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Fakih ve müçtehid olan İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.)’den aldığı ilmî, Şam bölgesinde yaydı. Hârûn er-Reşîd döneminde Rakka kadılığı yaptı. Kadılıktan azledildikten sonra Bağdat’a döndü. İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (r.a.), İmâm-ı Mâlik ve eş-Şa‘bî (r.a.e.) gibi Ebû Hanîfe (r.a.)’in de hocaları olan âlimlerden ders aldı. Kitaplar yazdı, talebe yetiştirdi. İmâm-ı Şâfiî (r.a.) gibi önde gelen hadîs ve fıkıh âlimleri ondan ders aldı. Nitekim İmâm-ı Şâfiî (r.a.); “Muhammed b. Hasen’den bir deve yükü ilim aldım” diyerek daima ondan övgüyle bahsederdi. Halîfe Hârûn er-Reşîd ona saygı duyar, hürmet ederdi. Hârûn er-Reşîd, bir gün İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî’nin ilim halkasına uğramıştı. Halîfeyi görünce İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî dışındakiler ayağa kalktı. Halîfe bir müddet onun ayağa kalkmasını bekledi. Bu esnada halîfenin adamları da içeri girdiler ve halîfenin yetkili olan bir adamı İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (r.a.)’i çağırınca talebeleri endişeye kapıldı. Bir müddet sonra gelen İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (r.a.) şunları söyledi: “Bana diğerleriyle birlikte niçin ayağa kalkmadın? diye sordular. Ben de; “Beni düşürmek istemediğin gruba dâhil olmamak için ayağa kalkmadım. Sen ilim halkasını ziyâret etmek amacıyla gelmiştin, ben de bunun dışına çıkmak istemedim. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) de; “İnsanların kendisi için ayağa kalkmasını isteyen cehennemdeki yerine hazır olsun” buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bununla âlimleri kasdetmiş olmalıdır. Makâm ve mevkiye saygı için ayağa kalkan, korkusu sebebiyle kalkmıştır. Böyle bir durumda oturan ise sünnete tâbi olmuştur. Bu da sizin için bir şereftir” diye karşılık verdim. Bunun üzerine o; “Doğru söylüyorsun” diye mukabele etti.” (Muhammed el-Harisî, Muhaddisler Nazarında İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, c.1, s.85-86)
Sat, 19 Oct 2024 - 02min - 1806 - KOMŞUSU, ZULMÜNDEN EMİN OLMAYAN KİŞİ İMAN ETMİŞ OLMAZ! - 18 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz!..” (Buharî) Meclisde hazır bulunanlar tarafından: “Yâ Resûlallah (s.a.v.)! bu iman etmiş olmayan kimdir?” diye soruldu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)” Komşusu zulmünden emin olmayan kişi.” buyurdu. Sehl-i Tüsterî (r.âleyh)’in mecûsî bir komşusu varmış. Komşusunun patlayan helâsından sızan lağım Sehl (r.âleyh)’in evinin bir odasına akarmış. Sehl (r.âleyh) de her gün lâğımın önüne bir lazımlık koyar, biriken pis suları kimse görmeden gece karanlığında dışarı dökermiş. Bu hâl uzun bir süre Sehl (r.âleyh)’in ölüm hastalığına kadar devam etmiş. Sehl (r.âleyh) vefat edeceğini anlayınca komşusu mecusiyi çağırtır ve ona: “Şu odaya gir ve orada olana bak” der. Mecusi içeri girer, lağım sızan aralığı ve dolu olan çömleği görünce, “Bu da nesi?” diye sorar. Sehl (r.âleyh), “Uzun süredir senin evinden şu odaya lağım akmaktadır. Gündüz biriken pis suları gece çöplüğe döküyordum. Ecelim yaklaşmasaydı size yine haber vermezdim. Korkuyorum ki, başkaları buna tahammül edemez. Şimdi ne gerekiyorsa onu yap.” Mecusi: “Ey ihtiyar, uzun süre sen bana bu şekilde davranacaksın da ben hâla küfrümde direteceğim mi? Uzat elini “Şehâdet ediyorum ki, Allâh (c.c.)’den başka ilâh yoktur, Muhammed (s.a.v.), Allâh (c.c.)’un elçisidir” der ve müslüman olur. (İmâm Şemsüddin ez-Zehebî, İslâm Şeriatinde Büyük Günâhlar, s.185-186)
Fri, 18 Oct 2024 - 01min - 1805 - KİMLER TEFSİR YAPABİLİR? - 17 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Tefsîr yapacak âlimin aşağıda zikredilen on beş ilmi gâyet mükemmel şekilde bilmesi lâzım gelir. Bu ilimleri kemâliyle (tam ve en olgun şekilde) bilmeyen kimselerin Kur’ân’ tefsîr etmeye çalışması, şer’an câiz değildir. (Şerîat’ın buna izni yoktur.) 1. Lûgat (Arap dili) 2. Tasrif (Sarf ilmi) 3. Nahv ilmi 4. İştikak 5. Me’ânî ilmi 6. Beyân ilmi 7. Bedi’ ilmi 8. Kıraat ilmi 9. Usûl-i dîn ilmi 10. Usûl-i fıkıh ilmi 11. Esbâb-ı nüzûl 12. Nâsih ve mensûh 13. Fıkıh ilmi 14. Hadis ilmi ki mücmel ve mübhemin tefsîri ancak bununla yapılır. Müfessirin sahip olması gereken 15’inci ilim, ilmü’lmevhibedir. Bu öyle bir ilimdir ki, onu Cenâb-ı Hâkk Hazretleri, ilmiyle amel eden bahtiyar kuluna ihsân eder. (Sırrı Paşa’nın saydığı bu 14 ilim kesbîdir, yâni çalışıp öğrenmekle elde edilebilir. 15’inci ilim ise vehbîdir, yâni Allâh (c.c.) vergisidir. O, verirse verir; vermezse, çalışmakla öğrenilip elde edilemez.) İşte bu 15 ilim, müfessirin (tefsîr âliminin) mutlaka, kesin sûrette ve hiç şüphesiz ve eksiksiz mükemmel bir şekilde sâhip olması zorunlu bulunan ilimlerdir. Ama bunlardan başka, Kur’ân-ı Kerîm’i tefsîr edebilmek için müfessirin diğer ilimlerde ve çağının gerektirdiği genel kültür bilgilerinde derinleşmiş olması da şarttır. Yakın dönemde kaleme alınan tefsirlerin sahipleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bir kısmı Arap edebiyatına vakıf olmasına rağmen, önemli bir bölümü hadîs ilminde zayıftır. Yakın dönemde tefsir yapmaya çalışanların kelime tahlillerinden uzak durmaları ve âyetleri derinlemesine tahlile yaklaşmamaları, sahip oldukları yüzeysel mâlumatın doğal bir yansımasıdır. (Misvâk Neşriyât, Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, s.134)
Thu, 17 Oct 2024 - 02min - 1804 - MÜSLÜMAN HARAMI, HARAM OLARAK İŞLEMEZ - 16 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Resûlullâh (s.a.v.) mü’mine faydalı olan dünya malı miktarının “miktar-ı kâfi” olduğunu, yani kimseye muhtaç olmadan, ailesinin geçimini temin edebilecek miktarda olduğunu beyân buyurmuşlardır. Dolayısıyla bu dünyada “miktar-ı kâfi”nin üzerinde mal mülk kazanmak için koşturmak uygun değildir. Buna uyulmadığı takdirde müslümanlar imânlarından fire vermeye başlıyor. Büyüklerden birinin güzel bir sözü vardır: “Müslüman haramı haram olarak işlemez; önce helâle dönüştürür, sonra işler.” Buna misâl verilecek olursa, bugün faizin haram olduğunu bütün müslümanlar bilir ve kabul eder. Ama bugün müslümanlar bazı yerlerden kendilerine göre mesnetsiz fetvâlar alıp bu haramı işlemektedir. Bugün “İnsan kendi oturacağı kadar bir ev alırsa yahut da bineceği bir vasıta alırsa bunun için kredi almasının mahsuru yoktur.” fetvâsı verenler vardır. Bu fetvayı verenler bunu hangi kaynağa dayandırıyorlar? Dört mezhep imamından veya onların talebelerinden böyle bir şey söyleyen var mı? Nereden çıkartıyorlar bunu? Müslümanlar da ne yazık ki bunları vesile göstererek, haram değil düşüncesiyle kredi de alıyor, faize de bulaşıyor maalesef ve o büyük zâtın dediği gibi haramı haram olarak değil, önce helâle dönüştürüp sonra işlemektedir. Nebi (s.a.v.) Efendimiz “Müftüler sana fetva verse de kalbin almıyorsa onu yapma.” (Ahmed b. Hanbel) buyurmuşlardır. Böyle durumlarda bu hadis-i şerif mûcibince hareket etmek gerekmektedir. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.78-79)
Wed, 16 Oct 2024 - 01min - 1803 - ASHÂB (R.A.E.)’E DİL UZATAN LANETLENMİŞTİR - 15 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Muhammed Es’ad Erbilî (k.s.) Hazretlerinin “1001 Hadis-i Şerîf” adlı eserinde Ashâb-ı Kiram (r.a.e.)’e saygıda son derece dikkatli olmamız gerektiğiyle ilgili yer verilen hadislerden bazıları şunlardır; “Sahabemi bana terk ediniz. Nefsim kendi yed’inde (elinde) olan Cenâb-ı Allâh’a yemin ederim ki fukara ve duafâ’ya (fakir ve düşkünlere) Uhud dağı ağırlığında altın infâk etseniz onların amelinin sevâbı gibi bir sevâba nail olamazsınız.” “Ashâbım ve ashârım (hısımlarımı) bana terkediniz. Onların aleyhinde itâle-i lisân ile (dil uzatarak) bana eziyyet verenleri, kıyâmet gününde Cenâb-ı Allâh muazzeb buyursun (cezalandırsın).” “Ashâbımdan birini sebb ve şetmedenlere (sayıp sövenlere) Cenâb-ı Allâh ile melâike-i kiram ve cemî-i nâsın (bütün insanların) laneti üzerilerine olsun.” “Şefaatim ümmetimden herbirine âmildir, yalnız ashâbımı sebb ve şetm edenler (sayıp sövenler) mahrumdur.” “Yâ Rabbi! İlm-i hesab ve kitabı Muâviye’ye talim et (öğret) ve kendisini âhiret azâbından muhafaza buyur (koru)!” “Ashâbımda kadir ve haysiyetimi muhafaza edenleri Cenâb-ı Hâkk muhafaza buyursun; yâni onlara isnâd edilen şeref benden muktebes bulunmağla (alınmış olmakla) hakikâtte bana isnâd eylemektir. Kezâlik (bunun gibi) onlar ta’n ve teşnî eylemek (haysiyetlerine dil uzatmak) dahî manen bana aiddir.” “Damadlarımla kayınpeder ve kayınbiraderlerim gibi zevcâtıma (zevcelerime) karabeti (yakınlığı) bulunanların cennete duhûlleri (girmeleri) için Cenâb-ı Hâkk’a tazarru ve niyaz eyledim. Cenâb-ı Hâkk dahî kabulüyle beni mesrur eyledi.” (Muhammed Es’ad Erbilî, 1001 Hadis-i Şerîf, s.45-47)
Tue, 15 Oct 2024 - 02min - 1802 - SANAL CENNET DİYE YUTTURULMAYA ÇALIŞILAN “METAVERSE” - 14 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ademoğlunun yaratılışından itibaren hak ile batılın savaşı devam etmektedir. Şeytan ve şeytan uşakları, “geliştirilen” teknoloji ile insanoğlu üzerindeki planlarını adım adım gerçekleştirmektedir. Artırılmış gerçeklik teknolojisi de bu planların bir parçasıdır. Dünyaya yön vermeye çalışan bu güruhun artırılmış gerçeklik ile yapmak istediği, insanın ayağını topraktan kesmek, saptırmak ve şirk koşturmaktır. Reel dünyadaki insanları sanal gerçekliğe transfer ederek hakikati sorgulayamaz hale getirmeyi ve sanal dünyada kendilerini kaybetmelerini sağlamayı hedeflemektedirler. Sanal cennet olarak sunulan “Metaverse” de artırılmış gerçekliğin vücut bulmuş haline bir örnektir. Burada insanlara, hissetme ve koku alma gibi duyularını da kullanabileceği yeni bir hayat sunulmaktadır. Sundukları bu sanal dünyayı, haşa “Seni yaradan, sana adil davranmamış, maddi ve manevi hayat şartların zor ama Metaverse aleminde istediğin hayata kavuşabilirsin; mesela gerçek hayatta kuryelik yapan birisi Metaverse’e gitti, profesyonel kılıç kullanan bir kral oldu” veya “Yaradan seni adil yaratmamış; memursun, işçisin, dünyada zenginler var, sen fakirsin ama bak benim dünyamda eşitlik var, gel buraya sana kendini yeniden var etme şansı veriyorum” şeklindeki propagandalarla cazip hale getirmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla insanlara ikinci bir hayatı; kendi tabirleriyle cenneti vadetmektedirler. Reel dünyada insanları hayat pahalılığı vb. argümanlarla maddi ve manevi açıdan sıkıntıya sokan bu şeytani akıl; yeni bir dünya oluşturduğunu ve burada insanların istediği hayata kavuşacağını ileri sürmektedir. Oluşturdukları bu sanal dünyada sahte algılarla insanlığı karanlığa mahkum etmeye, toplumların toprakla, tabiatla ve inanç sistemleriyle ilişkisini daha da zayıflatmaya çalışmaktadırlar. (Abdullah Çiftçi)
Mon, 14 Oct 2024 - 02min - 1801 - İNSANLARIN EN GENİŞ KALPLİSİ - 13 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Hadis-i şerifte, Server-i Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz’in “ecvedü’n-nâs (insanların en geniş kalplisi)” olduğunu bildirilir. Bu ifâdeden onun hem etrafındaki insanların hem de çölden gelen kaba saba bedevîlerin üzücü ve kırıcı hallerine en fazla tahammül eden, kendisine karşı yapılan kötü davranışlara aslâ kin ve öfke duymayan bir yapıda olduğu anlaşılmaktadır. Ecvedün-nas’ın bir diğer manada alındığında “insanların en cömerdi”dir. “Değersiz olan dünya malını hiç kimseden esirgemezdi.” demektir. İnsanların en cömerdi olması, Cenâb-ı Hakk’ın onun kalbine koyduğu ilim ve irfânı kimseden esirgememesi mânasına da gelebilir. Çünkü Cebrâil (a.s.) onun kalbini yarıp oradan bir kan pıhtısı çıkarmış ve “Şeytanın senden olan nasibi işte budur.” demişti. Ardından Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.)’in kalbini altın bir tasın içinde Zemzem’le yıkadıktan sonra yerine koyup kapatmış, böylece onun kalbini mükemmel hale getirmiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz birine hitâb edeceği zaman ona bütün vücuduyla dönerek konuşurdu. Böyle yapan kimse karşısındakine ne büyük değer verdiğini göstermiş, kendisinin de ne kadar mütevâzi bir kimse olduğunu ortaya koymuş olur. Böyle zahmetli bir iş yapmak yerine, başını söz söyleyeceği kimseye doğru hafifçe çevirerek ve ona göz ucuyla bakarak konuşmak daha külfetsiz bir davranıştır. Fakat bu tutum, o kimsenin tevâzudan uzak, kibirli biri olduğunu gösterir. (İmâm Tirmizî, Şemâil-i Şerîf, c.1, s.60)
Sun, 13 Oct 2024 - 02min - 1800 - KUR’AN-I KERİM’İ HAKKINI GÖZETEREK OKU! - 12 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Kur’an okuyan kimse bir tesbih ve tekbir âyetine geldiğinde, hemen tesbih ve tekbir getirmeli. Bir duâ ve istiğfar âyetine geldiğinde dua edip istiğfarda bulunmalı. Korku ifade eden veya ümit veren havf ve recâ âyetlerine geldiğinde, azâbından Allâh (c.c)’a sığınmalıdır. Bu anlatılanlar şu âyette öz olarak ifade edilmektedir: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimselerden bazısı, onu hakkını gözeterek okurlar.” (Bakara s. 121) Bir hadisi şerifte bu mana şöyle ifade edilmektedir: “Kim Kur’an-ı Kerim’i sessiz bir şekilde okumak isterse, onu İbn Umm-i Abd’ın kıraati gibi okusun.” (İbn Mace) O nasıl okuyorsa, öylece okusun, demektir. Çünkü o, okuduğu şeylere şahid bir kalb, hazır bir kulak ve uyanık bir gözle okuyordu. Tehdit ve azap haberinin yer aldığı âyeti hüzün ile, müjde ayetlerini şevk ile, öğüt ve nasihât veren âyetleri ibret ile, uyarı âyetlerini korku ile okuyordu. Bundan dolayı buyrulmuştur ki: “Kuran-ı Kerim’i okuduğunuzda ağlayınız. Eğer ağlayamıyorsanız ağlar gibi yapınız.” (İbn Mace) Benzer bir hadis şöyledir: “Kur’an-ı Kerim, hüzün ile inmiştir. Onu okuduğunuzda hüzünlü bir hal alınız.” (İbn Mace) Kur’an’da ağlamayı ve hüznü gerektiren tehditler, azap haberleri, ibretler ve emirler yer almaktadır. Eğer gerçekten hüzünlü olamıyor ve ağlayamıyorsanız, o halde ağlar gibi, üzüntülüymüş gibi bir hal alınız. (Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu’l Kulûb, c.1, s.224-225)
Sat, 12 Oct 2024 - 01min - 1799 - HADİSLERİN HAYATIMIZDAKİ YERİ NE OLMALI? - 11 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Cenâb-ı Hâkk’ın seçtiği kullar Allâh (c.c.)’un rızâsını kazanmaya gayret eder, âhiret yurduna hazırlanmaya çalışırlar. Kâinâtın Rabbi’nin gazâbını çekecek davranışlardan uzak durur, cehennem azâbından korkarlar. Allâh (c.c.)’un buyruklarını yerine getirme arzusuyla akşam-sabah, gece-gündüz, hâller ve durumlar değiştikçe O (c.c.)’u zikreder ve fazîletli ameller yaparlar. Böylece kalpleri ilâhî nurların parıltısıyla aydınlanır. Amellerin fazîletlerine dâir bir rivâyet duyan kimse, hayatında bir defa bile olsa, o rivâyete göre amel etmeli ve böylece o fazîletli işi yapanlardan sayılmalıdır. Söz konusu fazîletli ameli hiç yapmamak uygun bir davranış değildir. Bu sebeple onu elinden geldiğince îfâ etmelidir. Çünkü Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in hem Sahîh-i Buhârî hem de Sahîh-i Müslim’de bulunan şöyle bir hadîs-i şerîfi vardır: Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Size bir şeyi emrettiğim zaman, onu elinizden geldiği kadar yapın.” Hadis, fıkıh ve diğer ilimlerin âlimleri şöyle demişlerdir: “Amellerin fazîletleri ile tergîb ve terhîb (iyi bir işi yapmaya özendirme, kötü bir işi yapmaktan sakındırma) konularında, uydurma olmadığı sürece zayıf hadisle amel etmek câiz ve makbûldür. Ama helâl-haram, alım-satım, nikâhboşanma gibi konularda âlimler zayıf hadisle değil, sadece sahîh veya hasen hadisle amel etmişlerdir. (Biz müslümanlara düşen de bu âlimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihal kitaplarına göre amel etmektir; hadis-i şeriflerden hüküm çıkarmak değil) (İmâm Nevevî, el-Ezkâr, c.1, s.25-26)
Fri, 11 Oct 2024 - 02min - 1798 - NAZAR VE YANGIN DUÂLARI - 10 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm Allâhümma’hrusnâ bi-‘aynike’lletî lâtenâmu, ve’hfaznâ bi-ra’fetike’lletî lâterâmu, ve’rhamnâ bi-kudretike ‘aleynâ felâ tühlik ve ente sikatünâ ve recâunâ, yâ erhame’r râhimîne ve yâ ekreme’l-ekremîne. “Allâhümme, yâ mukallibe’l-kulûb, sebbit kulûbenâ ‘alâ dînike ve tâ‘atike.” “Allâhümme’c‘al fî kalbî nûran ve fî basarî nûran ve fî sem‘î nûran ve ‘an yemînî nûran ve ‘an yesârî nûran ve fevkî nûran ve tahtî nûran ve emâmî nûran ve halfî nûran ve’c‘al lî nûran.” (Buhârî) El-hamdü li’llâhi’llezî tevâda‘a küllü şey’in li-‘azametihî ve’l-hamdü li’llâhi’llezî zelle küllü şey’in li‘izzetihî, ve’lhamdüli’llâhi’llezî hada‘a küllü şey’in li-mülkihî, ve’l-hamdü li’llâhi’llezî istesleme küllü şey’in li-kudretihî. Türkçe Anlamı: Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla. Allâh’ım! Bizi uyumayan zâtınla koru. Dâimî şefkatinle bizi muhâfaza et. Bize kudretinle merhamet et. Bizi helâk etme! Ey merhametlilerin merhametlisi. Ey ikrâm edenlerin en keremlisi Sen bizim güvencemiz ve umûdumuzsun. Ey kalbleri çeviren Allâh’ım! Benim kalbimi Senin dînin üzerine ve Sana itaat üzerine sâbit kıl. Allâh’ım! Kalbimde bakışımda, dinleyişimde, sağımda, solumda, altımda, üstümde, önümde ve arkamda nûr kıl, aydınlık yap. Bütün hamdler her şeyin azameti önünde eğildiği Allâh’a âittir. Bütün hamdler her şeyin izzeti önünde zelîl olduğu Allâh’a âittir. Bütün hamdler her şeyin saltanâtı önünde eğildiği Allâh’a âittir. Bütün hamdler her şeyin kudreti önünde teslîm olduğu Allâh’a âittir. Ali (k.v.)’den rivâyetle Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Her kim sıfatlarımı yani (Muhammed, Mahmûd, Ahmed, Hâmid, Hamîd) isimlerimi yazar sonuna kadar da okur ve evine (işyerine) asarsa oraya belâ, vebâ, hastalık, illet, nazar (göz değmesi), hased eden, sihir, yıkım, yangın sel felâketi uğramaz. İsimlerim o yerde kaldığı müddetçe o kimseye fakirlik, zehir, gam ve keder dokunmaz.” Not: Bu isimlerin evin girişine asılması ve girip çıkarken okunarak salevât getirilmesi tavsiye olunur. (Misvak Neşriyât, İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.197)
Thu, 10 Oct 2024 - 03min - 1797 - TERAZİNİN DİLİ DİLİMİN ÜSTÜNDE - 09 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allâhü Teâlâ buyurdu: “Ölçekde ve tartıda hile yapanların vay haline ki, onlar insanlardan ölçekle aldıkları zaman haklarını tastamam alanlardır. Onlar insanlara ölçekle yahud tartıyla verdikleri zaman ise ek-siltenlerdir.” (Mutaffifîn s. 1-2) Süddî (r.a.) diyor ki; Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Medine’ye hicret buyurduğunda Medine’de Ebû Cüheyne denilen bir adam vardı. Bu kişinin iki ölçeği vardı. Birisiyle alır ötekiyle de verirdi. Bunun üzerine Allâh (c.c.) bu âyeti indirdi. İbn Abbas (r.a.)’den, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur: “Şu beş günâh mukâbilinde beş nevi cezâ vardır: 1. Bir kavim ahdini bozduğu zaman Allâh onlara düşmanlarını musallat eder. 2. Allâh’ın indirdiğinden başkasıyla hükmettikleri vakit aralarında fakirlik baş gösterir. 3. İçlerinde hayâsızlık belirince çok ölüm zuhura gelir. 4. Ölçek ve tartıda hainlik yaptıkları zaman nebattan mahrum edilirler, yıllarca kuraklığa mâruz kalırlar 5. Zekât vermedikleri vakit de yağmurları kesilir.” Büyüklerden biri şöyle anlatıyor: “Bir hastayı ziyarete gitmiştim. Hasta ölmek üzere idi. Kendisine şehâdet kelimesini telkine başladım, fakat adam bir türlü şehâdet getiremiyordu. Adam biraz açılınca: “Kardeşim ne oluyor ki, sana telkin veriyorum da, şehâdet getiremiyorsun?” Adam: “Kardeşim terazinin dili, dilimin üzerinde şehadet getirmemi engelliyor” dedi. Ben: “Allâh aşkına söyle, eksik mi tartardın?” “Yo vallâhi. Fakat terazinin tam tarttığını anlamak için bir müddet beklemezdim” dedi.” (İmâm Şemsüddin ez-Zehebî, İslâm Şeriatinde Büyük Günâhlar, s.202-203)
Wed, 09 Oct 2024 - 02min - 1796 - ÜMMET DALÂLETTE BİRLEŞMEZ - 08 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Dinin ilk önderleri olan sahâbeler (r.a.e.) Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bereketli sohbetinde bulundukları ve O (s.a.v.)’in yaşadığı zamana yakın oldukları için Kur’ân’dan başka kitap yazmaya gerek görmezlerdi. Hadisleri de Kur’ân gibi ezberleyerek o şekilde rivâyet ettiler. Kendi zamanlarında olayların azlığı ve ihtilâfların enderliği dolayısıyla âlimlere başvuru az oluyordu. Hikmet ve maslahat gereği ikinci kuşağın (tebe-i tâbiîn) son dönemlerine doğru ihtilâflar çoğalıp bidatler ortaya çıkmaya başlayınca, din âlimlerine dinî kitapların yazılması ilhâm buyrularak sünnet ehli olan ashâb topluluğunun ve tâbiînin gidişat ve sîretleri tam ve mükemmel bir şekilde eserlere kaydedilmeye başlamıştır. Ortaya çıkan fitne ve ihtilâflar, vahyi ve mûcizeleri müşâhede ile imânı ve şüpheden uzak inancı kökleşmiş, dünyalıklardan el çekmiş olan saf kalpleri sarsamamış ve ham hayaller peşine düşürmemiştir. Gerçi bazı olaylarda gerçekleşen ictihâdlarında hata edenler olmuştur. Ancak hakîkatin araştırılmasında kusur ve gevşeklik bulunmayan ictihâd ehli hiçbir şekilde muâheze edilmez, yani tenkit edilemez. Ama müslümanların çoğunluğu, ki bunlar “ehlü’l-hâl ve’l-akd” olan ümmetin büyükleri ve sünnet üzere olan yolun müntesiblerinin çoğunluğudur, aşağıdaki hadis-i şeriflerde sabit olduğu gibi, hiçbir zaman meşrû olmayan bir şey üzerinde birleşmezler ve o iş üzerinde ittifâk etmezler. Peygamber (s.a.v.): “Ümmetim dalâlette birleşmez, siz ihtilâf gördüğünüzde onların çoğunluğuna uyunuz.” buyurmuştur. İbn Abbas (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)’den şunu nakletmiştir: “Allâh (c.c.) bu ümmeti dalâlette birleştirmez, Allâh (c.c.)’nün gücü kudreti topluluklardır.” Ebû Basra El-Gaffâr (r.a.)’den şu hadis rivâyet edilmiştir: “Rabbimden ümmetimin dalâlette birleşmemesini istedim, bu isteğimi kabul etti.” (Taberanî) (Manastırlı İsmail Hâkkı, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.) Hayatından Rabbânî Esintiler, s.27-28)
Tue, 08 Oct 2024 - 02min - 1795 - EVRENDEKİ BÜTÜN AYETLER YARATICININ KUDRETİNİ İSPATLAYAN DELİLLERDİR - 07 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Cenâb-ı Hâkk ayet-i kerimede şöyle buyurur: “Meyve verirken ve olgunlaştığı zaman herbirinin meyvesine bakın. Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” (En’am s. 99) Meyvelere sadece bir göz atmamız bile bizlere Allâh (c.c.)’ın yaratma mucizesinin boyutlarını gösterecektir. Yediğimiz bütün bu nimetleri Allâh (c.c.) bizler için yaratmıştır. Kimisinin içerisini yer, kabuğunu atarız. Kimisini kolayca soyarız. Kimisinin kabuğu sert olduğu için kırarız. Kimi meyvelerin de sadece suyunu sıkıp alırız. İşte böylece meyveler üzerinde Allâh (c.c.)’un yaratma mucizesini müşâhede etmiş olmaktayız. Allâh (c.c.) bu mucizeleri iyice incelememizi, bunların üzerinde düşünmemizi ve hak olduğunu anlamamızı istiyor. Niçin? Çünkü müşteriyi aldatmak isteyen bir satıcı malının iyice incelenmesinden hoşlanmaz. Meselâ kumaş almak için bir manifaturacıya girdiğimizde beğendiğimiz kumaş şayet kusurlu ise satıcı onu bize vermek istemez. Bizim iyice düşünmemizi ister veya kumaştaki kusuru gizlemek için dikkatimizi başka tarafa çekmeye çalışır. Aksine şayet kumaş çok kaliteli ve kusursuz ise satıcı iyice düşünmemizi, tekrar tekrar kumaşa bakmamızı ister. Satıcının amacı kumaşın kalitesini anlayıp, kaliteli olduğunu hissetmemizdir. Cenâb-ı Hâkk da evrende yarattığı hak olan ayetler üzerinde düşünmemizi istemektedir. Bu deliller üzerinde ne kadar çok düşünürsek, Allâh (c.c.)’un evrendeki mucizeleri hakkındaki bilgimizde o oranda artar. Evrendeki bütün ayetler yaratıcının kudretini ispatlayan delillerdir. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran’da Kıyâmet Sahneleri, s.34-35)
Mon, 07 Oct 2024 - 02min - 1794 - DÖVME ABDEST VE GUSLE MANİ MİDİR? - 06 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allâhü Teâlâ hazretleri; Allâh (c.c.)’un yaratışını (doğal durumu) değiştirmenin şeytân işi olduğunu bildirmiştir: “Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de putlara adak için hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allâh (c.c.)’un yarattığını değiştirecekler.” Kim Allâh’ı bırakıp da şeytânı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.” (Nisa s. 119) Fakihler keyfi olarak estetik yaptırmanın, kaş aldırmanın, saç ektirmenin, dövme yaptırmanın Allâh (c.c.)’un yaratışını (doğal durumu) değiştirmek olarak değerlendirmiş ve yukarıda zikredilen âyete istinâden bunların ne erkek ne kadın, ne yapan ne de yaptıran için caiz olmadıklarını söylemişlerdir. Dövme yaptırma hakkında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allâh (c.c.), saç ekleyene ve ekletene, dövme yapan ve yaptırana lanet etsin.” Fıkıh kitaplarımızda açık bir şekilde beyân edilmiştir ki, abdestin farzları; yüz, el, ayakların yıkanması, başın mesh edilmesidir. Guslün farzı ise; bütün vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde yıkanmasıdır. Tırnağa sürülen ojeler gibi suyun altına ulaşmasına mani olan şey, izâle edilmedikçe ne abdest ne de gusül sahih olmayacaktır. Dövme ise günümüzde derinin üst kısmına değil alt kısmına boyanın derç edilmesiyle yapılmaktadır. Derinin alt kısmı ise abdest ve gusülde yıkanması gereken yerlerden değildir. Buna göre dövme abdest ve gusle mani değildir. Şu kadar var ki anlattığımız bu tür dövme gerçek ve hakiki dövmedir. Bir de geçici dövme dedikleri derinin üzerinde boyalarla yapılan dövme vardır. Bu tür dövmenin yaptırılması da hakiki dövme yaptırmak gibi caiz olmamakla birlikte abdest ve gusle mani olup olmamasına dair verilecek hüküm açısından öncekinden farklıdır. Şöyle ki deri üzerine yapılan geçici dövme, Hint kınası gibi suyun altına ulaşmasına mani olmayıp deride bir tabaka oluşturmuyorsa abdest ve gusle mani olmaz. Fakat yağlı boya gibi deride, suyun altına ulaşmasına mani bir tabaka oluşturuyorsa abdest ve guslün sıhhatine mani olur. (Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı, c.1, s.187-189)
Sun, 06 Oct 2024 - 02min - 1793 - ANA BABASINA LÂNET EDENE ALLÂH (C.C.) DA LÂNET EDER - 05 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den Ebü’t-Tufeyl Âmir ibni Vâsile el-Leysî (r.a.) şöyle dedi: “Bir kişi Hz. Ali (k.v.)’ye: “Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in diğer insanlara söylemeyip sadece size söylediği bir şey var mı?” diye sordu. O da şu cevabı verdi: “Resûlullah (s.a.v.)’in diğer insanlara söylemeyip sadece bize söylediği hiçbir şey yoktur. Ancak kılıcımın kınında sakladığım şu hadisler var.” Hz. Ali (k.v.) bunları söyledikten sonra, kılıcının kınında sakladığı bir sahife çıkardı. Orada şunlar yazılıydı: “Kestiği hayvanı Allâh (c.c.)’dan başkası adına kesene Allâh (c.c.) lânet etsin. Arâzideki sınır taşlarının yerlerini değiştirip de sınırları bozanlara Allâh (c.c.) lânet etsin. Ana babasına lânet edene Allâh (c.c.) da lânet etsin. Bir bid’atçıyı himâye edip barındırana da Allâh (c.c.) lânet etsin.” Kötü niyetli kimseler, her devirde, müslümanların kafasını karıştırmak için birtakım yalanlar uydurmuşlardır. Bu yalanlardan biri de Şiîlere aittir. Onlara göre, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz , Hz. Ali (k.v.)’ye bazı özel sırlar söylemiştir. Hadis-i şerifte görüldüğü üzere, Hz. Ali (r.a.) bu iddiayı kesinlikle reddetmiştir. Bu sahîfede yazdığı üzere Peygamber (s.a.v.) Efendimiz “Ana babasına lânet edene Allâh (c.c.) da lânet etsin” buyurmuştur. Birine lânet etmek, o kimseye Allâh (c.c.) merhamet etmesin demektir. Bir kimse, kendi annesine ve babasına lânet edebiliyorsa, o terbiyesizin, vefâsızın, kadir kıymet bilmezin tekidir. Anna babaya lânet etmenin bir başka şekli daha vardır. Bunu Sultân-ı Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz şöyle dile getirmiştir: “Bir kimse birinin babasına sövüp lânet eder, o da onun babasına söver. Birinin anasına söver, o da onun anasına söver.” (İmâm Buhârî, Edebü’l-Müfred, c.1, s.36-38)
Sat, 05 Oct 2024 - 02min - 1792 - YATMA VE UYKU ÂDABI-2 - 04 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Yatarken kıbleye dönerek yatmalıdır. Ya sırt üstü yatar, böylece ayakları ve yüzü kıbleye yönelik olur. Bu, yeni ölmüş bir ölünün durumunu andırır. Ya da, bir yanı üzere yatarak yüzünün kıbleye yönelik olmasını sağlar. Genelde sağ yanı üzere yatar ve yüzü kıbleye yönelik olur. Bu da, kabirdeki ölünün durumunu andırır. Birinci yatma durumunda, ölüm esnasında alacağı şekli, ikincisinde, kabirdeki yatış şeklini düşünüp hatırlamalıdır. Nitekim Cenâb-ı Hâkk, bir ayette şöyle buyurmaktadır: “Biz yeryüzünü, dirilere ve ölülere bir toplanma yeri yapmadık mı?” (Mürselat s. 25) Âyetin, ehli tefsirce benimsenen bir manası şudur: Yer, üzerinde dirileri, içinde de ölüleri barındırmaktadır. Allâh (c.c.) uykuyu, kendi zâtına delil olan âyetlerden biri kılmıştır. “Geceleyin ve gündüzün uyumanız ve Allâh’ın lutfundan nasibinizi almanız da, O’nun varlığının delillerindendir. Gerçekten bunda, gerçeği kalp kulağı ile işiten bir kavim için ibret vardır.” (Rum s. 23) Suffa ehlinden olan fakir Sahabiler ve bir kısım Tabiun devri zahidleri, yattıklarında vücutları ile toprak arasında herhangi bir şeyin bulunmasını istemezlerdi. Çünkü onlar, vücutlarının doğrudan toprağa temas etmesini tercih ederlerdi. Elbiselerini yorgan yaparlar ve şöyle derlerdi: “Topraktan yaratıldık ve tekrar toprak olacağız.” İbret alanlar için uyku, dünya ile ahiret hayatı arasında olan bir haldir. Nitekim perdesi kalktığında, dünya hikmetleri ile ortaya çıkar. Örtüsü açıldığında ahiret, ilâhî kudret ile zahir olur. Bu durumda, dünya hayatı bir rüya gibidir. Nitekim Allâh (c.c.), bir ayette şöyle buyurmuştur: “Gece sizi öldürür gibi uyutan, gündüzün de ne işlediğinizi bilen, sonra da belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi uyandıran O’dur.” (En’am s. 60) (Ebû Tâlib El-Mekkî, Kûtu’l Kulûb, c.1, s.177-178)
Fri, 04 Oct 2024 - 02min - 1791 - KİTAP VE HİKMETİN ANLAMI - 03 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allâhü Teâlâ, göndermiş olduğu vahye yani Kur’an’a ve Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetine tabi olup itaat etmelerini bütün insanlara farz kılmıştır. Kerim olan Allâhü Teâlâ kitabında şöyle buyurur: “Gerçek mü’minler ancak o kimselerdir ki Allâh’a ve Resûlü’ne imân ederler, toplanmayı gerektiren bir meselede peygamberle bir araya geldikleri zaman, peygamberden izin almadan ayrılmazlar.” (Nur s. 62) “Muhakkâk Allâh mü’minlere, onların içinden Resûl göndermek suretiyle nimet verdi, iyilik etti ki Resûl onlara Allâh’ın ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyordu. Oysa önceden onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (A’raf s. 164) Bu âyet-i kerimede kitap ve hikmet beraberce zikredilmiştir. Allâhü Teâlâ’nın kitap diye buyurduğu, Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’ı bilen ilim ehlinden işittiğim şudur ki: “Hikmet buyruğundan kasıt, Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetidir. Bunun bu manaya gelmesi bir haktır. Zira Allâhü Teâlâ Kur’an’da; “Ey imân edenler! Allâh’a itaat edin, Resûlü’ne ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Şayet bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allâh’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allâh’a ve rasûlüne götürün, onların hükmüne göre hükmedin. Bu hem hayırlı, hem de netice itibariyle daha iyidir.” (Nisa s. 59) buyurmuştur. Bazı ilim ehlinden; “Sizden olan emir sahipleri”nden maksadın, Resûlullâh (s.a.v.)’in göndermiş olduğu birliklerin komutanları olduğu nakledilmiştir. “Şayet herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz” yani “ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde” demektir. Allâhü Teâlâ, kendilerine itaat edilmesini emrettiği emir sahiplerinin kimler olduğunu burada müslümanlara bildirmektedir. “Onu Allâh’a ve Resûlü’ne götürün” yani Allâhü Teâlâ, anlaşmazlık olduğu zaman nasıl hareket edileceğini, hüküm için kimlere başvurulacağını bildirmektedir. (İmam Suyutî, Akidede Sünnetin Yeri, s.10-11)
Thu, 03 Oct 2024 - 02min - 1790 - GÜNÂHLARIN DÜNYEVÎ BAZI ZARARLARI - 02 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
1. İlimden mahrum olmak; 2. Rızkın noksan olması; 3. Allâh (c.c.)’un zikrinden ve insanlardan, özellikle de hayırlı amel sahibi, ebrâr kişilerden uzaklaşmak; 4. İşlerde darlığa düşmek; 5. Kalbin kararması ve zayıflaması, bu sebeple bazen beden de zayıf düşebilir; 6. İbâdet ve tevbeye muvaffâk olamamak; 7. Günahları çirkin görmemek; 8. Allâh (c.c.) katında değersiz olmak; 9. Mahlukâta zarar vermek, zira günâhlar, kıtlık ve yağmurun kesilmesine sebep olur, dolayısıyla canlılar bundan zarar görür ve neticede günahkâra lânet ederler; 10. Aklın fesâda, bozulmaya uğraması; 11. Resulullâh (s.a.v.)’in lânetine uğramak; 12. Meleklerin duâsına dahil olmaktan mahrum olmak, 13. Göklerin ve yerin bereketlerinden mahrum olmak; 14. Gayret, kıskanma ve hayâ duygusunun gitmesi; 15. Allâh (c.c.)’un azâmet ve heybetinin kalpten uzaklaşması; 16. Üzüntü ve kederin çoğalması; 17. Şeytânların kişiye musallat olması; 18. Kalbin ızdırap duyması, mutmain olamaması; 19. Ölüm esnasında Allâh (c.c.)’u zikretmek ve tevbe etmekten mahrum olmak; 20. Allâh (c.c.)’un rahmetinden ümit kesmek. (Eşref Ali Tehanevi, Hanefi İlmihâli, s.43)
Wed, 02 Oct 2024 - 01min - 1789 - YAHUDİLERİN SEMAVÎ KİTAPLARI İNKÂRI - 01 EKİM 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Âyet-i Celîle’de şöyle buyrulur: “Yahûdîler, Allâhü Teâlâ’yı gereği gibi tanıyamadılar. Zîrâ “Allâhü Teâlâ, beşere hiçbir şey indirmemiştir” dediler.” (En’am s. 91) Böyle demekle beşeriyet hakkında değil, Allâhü Teâlâ hakkında takdirsizlik ettiler. Beşere, Hâkk Teâlâ’nın en büyük rahmet ve nimeti olan vahyi, gönderdiği Peygamberleri inkâr etmek cür’etinde bulundular. Rivayet edildiğine göre; bir gün, Yahudi âlimlerinden başhaham Mâlik bin Sayf, huzûr-u risâlete gelir. Kitablar üzerinde Efendimiz (s.a.v.) ile mübâhase etmeye başlar. Mâlik, çok şişman bir adammış. Konuşurlarken, Resûl-ü Ekrem (s.a.v.): “Tevrat’ı Mûsâ’ya indiren Allâhü Teâlâ hakkı için doğru söyle! Tevrat’ta, “Allâh (c.c.), şişman olan âlimi sevmez” diye yazılı değil mi? Halbuki sen şişman bir hahamsın. Yahûdîlerin yedirdikleri şeylerden semizlemişsin!” buyurur. Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) gülüşür, Mâlik’in canı sıkılır ve: “Allâh (c.c.), beşere hiçbir Kitab indirmemiştir” der, Nübüvvet-i Muhammedî (s.a.v.)’i inkâr edeyim derken, hiddetinden, müşrikler gibi, bütün Kitabları toptan inkâr ediverir. Yahûdîler, hâdiseyi işitir: “Yazıklar olsun sana! Mûsâ’ya Tevrât indirilmedi mi? Niçin onu inkâr ettin?” derler. Mâlik: “Peygamber’e hiddetimden böyle söyledim” der. Yahûdîler: “Biz, öfkelendiği vakit Kitabını inkâr eden adamı istemeyiz, sen yârın hiddetlenirsen, Allâh (c.c.)’yu da inkâr etmekten korkmazsın” derler. Ve kendisini başhahamlıktan azlederek, yerine Kâ’b ibn-i Eşref’i ta’yîn ederler. Bu Âyet-i Kerime’nin nüzul sebebi hakkında meşhur olan rivâyet budur. (Ayıntabî Mehmed Efendi, Tibyân Tefsiri, c.2, s.38-39)
Tue, 01 Oct 2024 - 02min - 1788 - DÜNYADA EMSÂLİ OLMAYAN MEKTEP: ENDERUN - 30 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Tarih boyunca süregelmiş devletlere baktığımızda, herhangi bir bakımdan Enderun’a benzeyen bir okul göremeyiz. Devşirme sistemi ile toplanan çocuklardan en zeki ve kabiliyetlileri özel usullerle seçiliyor ve Enderun denilen saraydaki mektebe alınıyordu. Çalışma sistemi, programı ve işleyişi göz önünde tutulursa Enderun’un bir mektepten ziyade çeşitli hünerlerin, sanatların, idari ve siyasi bilgilerin uygulamalı olarak öğretildiği bir kurs ve staj yeri olduğu anlaşılır. Mektebin temel amacı Osmanlı merkez ve taşra bürokrasisine gerekli insan kaynağını sağlamaktı. Bu itibarla burası mülki ve askeri idarecilerin yetiştirildiği bir yer olmuştur. Bugünkü Harbiye ve Mülkiye mekteplerinin hatta daha fazlasının aynı çatı altında birleştiği bir yer olmuştur. Enderun Mektebi, II. Murad Han zamanında Edirne Sarayı’nda teşekkül etti. Ancak gerçek yapısına Fatih Sultan Mehmed Han döneminde Topkapı Sarayı’nda kavuşmuştur. Enderun Mektebinin başarısında beş temel madde bulunmaktadır. Birincisi, buradaki adaylar özel olarak teşkil edilmiş, kurallara göre hareket eden gezici ekipler tarafından fiziki, bedeni ve ruhi özellikleri incelenerek seçilirdi. İkincisi, başarılı olanla olmayanla ayrılmasıdır. Başarı ve ilerleme göstermeyenler buradan orduya alınılırdı. Üçüncüsü, Enderun eğitiminin temel prensiplerinden biri de disiplindi. En küçük kusur bile cezalandırılırdı. Dördüncüsü, Enderun gençlerinin içinde bulunduğu çevre de onların bilgi ve görgülerinin artmasına yardımcı oluyordu. Divan-ı Hümayun üyeleri olan sadrazamlar, vezirler, kazâsker hep bu sarayda yoğun faaliyet içerisindeydi. Bu husus Enderunlu gençlere engin bir görüş ve tecrübe sağlıyordu. Beşincisi, Enderunlu gençlerin kabiliyetlerine göre her türlü makâma ulaşabileceklerini bilmeleri onların prensiplere uymalarını sağlardı. İşte bu şartlar Enderun’da asırlarca mükemmel devlet ve sanat adamlarının yetişmesini sağlamıştır. (Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Osmanlı Gerçekleri, s.203-205)
Mon, 30 Sep 2024 - 02min - 1787 - İNSANLARIN HATALARINI BAĞIŞLAMAK - 29 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Enes ibni Mâlik (r.a.) şöyle dedi: “Bir Yahudi kadın, üzerine zehir sürülmüş bir koyunu kebap yaptı, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e getirdi. Peygamber (s.a.v.) de ondan yedi. Bu Yahudi kadın yakalanıp Peygamber (s.a.v.)’in huzûruna getirildi. Sahâbeden biri: “Yâ Resûlallâh! Bu kadını öldürelim mi?” diye sordu. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Hayır, öldürmeyin.” buyurdu.” Enes (r.a.) sözüne şöyle devam etti: “Ben, o bir lokma zehirli etin, Resûlullah (s.a.v.)’in küçük dili üzerindeki etkisini zaman zaman hissederdim.” Tâbiîn muhaddislerinden Vehb ibni Keysân (r.a.) şöyle dedi: Abdullah ibni’z-Zübeyr (r.a.)’in minberde “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, kendini bilmez câhillere aldırma!” (A’râf s. 199) âyet-i kerimesini okuduğunu duydum. Abdullah ibni’z-Zübeyr (r.a.) sonra şöyle dedi: “Yemin ederim ki, Allâhü Teâlâ bu âyette Peygamberi (s.a.v.)’e halka nasıl davranması gerektiğini emretti. Vallahi ben de halkın arasında olduğum sürece, onlara bu âyette emredildiği şekilde davranacağım.” Abdullâh ibni Abbâs (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “İnsanlara bilmeleri gereken bilgileri öğretin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Biriniz bir şeye kızdığı vakit sussun!” Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, şahsına karşı yapılan haksızlıkları, kabalıkları bağışlardı. Hayber fethinde yakınlarını kaybeden bir Yahudi kadın, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimizden intikam almak istemişti. Zehirlediği bir koyunu kebap yaparak ona hediye etmişti. Fakat sevgili Efendimiz, ağzına attığı ilk lokmayı yutmadan önce, Allâhü Teâlâ ona etin zehirli olduğunu bildirmişti. Kâinâtın Efendisi (s.a.v.), canına kasteden bu kadından intikam almayıp onu bağışlamış, ne yazık ki, vefât edeceği güne kadar bu zehrin etkisini hissetmişti. (İmâm Buhârî, Edebü’l-Müfred, c.1, s.270-271)
Sun, 29 Sep 2024 - 02min - 1786 - MÜNÂFIKLARIN SIRATTAN GEÇİŞİ - 28 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Münâfık erkek ve kadınlar dünyada iken kalplerinde küfür olduğu halde imân ettiklerini ilan edenler ve kendilerini insanlara öyle gösterenlerdir. Onlar mü’min görünen, müminlerle birlikte yaşayan, gerçekte ise onlardan olmayan kimselerdir. Mü’minler dünyada iken onların münâfık olduklarını anlamıyorlardı. Bu yüzden de onlarla birlikte yaşıyorlardı ve aralarında çeşitli münâsebetler vardı. Bu onların dünyadaki durumlarıydı. Ahirette ise mü’minler bir tarafta bu münâfıklar ise başka bir tarafta kalacaklardır. Sırat üzerinden geçiş başlayınca münâfık erkekler ve kadınlar, mü’minlerin nurundan faydalanabilmek için koşuşacaklar ancak o anda Allâh (c.c.) mü’minlerle münâfıkların arasını bir perdeyle ayıracaktır. Bu perde müminlerin tarafını nur ve rahmetle doldururken, kâfirlerin tarafını azâba ve karanlığa çevirecektir. Allâh (c.c.) bu sahneyi bizlere şu şekilde tasvir etmektedir: “Münâfık erkeklerle münâfık kadınların mü’minlere: “Bizi bekleyin, nurunuzdan bir parça ışık alalım” diyeceği günde kendilerine: “Arkanıza dönün de bir ışık arayın!” denilir. Nihâyet onların arasına, içinde rahmet, dışında azâp bulunan kapılı bir sur çekilir.” (Hadid s. 13) Böylece Allâh (c.c.) münâfık erkek ve kadınları, mü’min erkek ve kadınların nurlarından ışık alarak yollarını bulmaktan yoksun bırakacaktır. Sıratın üzerinde Allâh (c.c.)’un rahmet ve güveninden yararlanamayacaklardır. O an münâfık erkek ve kadınlar mü’minlere şöyle seslenirler: “Biz sizinle beraber değil miydik?” (Hadid s. 14) Yani dünyada iken bizler sizlerle beraber değil miydik? Zira onlar dünyada imân etmiş gözüküyorlar, dolayısıyla mü’minlerle birlikte oturuyor ve onlarla bir arada yaşıyorlardı. Onlara “Bu dünyada iken böyleydi. Çünkü insan orada gerçekte inanmadığı şeyin aksine inanıyor gibi gözükebiliyordu. İmân etmediği halde imân etmiş iddiasında bulunabiliyordu. Oysa şimdi ahirette zahir ve batın, gizli veya açık hiçbir şey yoktur” denilir. (Muhammed Mütevelli Şaravî, Kuran’da Kıyâmet Sahneleri, s.157-158)
Sat, 28 Sep 2024 - 02min - 1785 - ABDESTİN SÜNNETLERİNİ BİLİYOR MUYUZ? - 27 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
1. Tertibe riâyet etmek. Yani yıkanacak organları sırası ile yıkamak. Bu sıra abdest hakkında nâzil olan şu Âyet-i Kerime’deki sıradır: “Ey imân edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başınıza mesh edip her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüb olduysanız boy abdesti alın. Eğer hasta olmuşsanız, yahud bir sefer üzerindeyseniz veya içinizden biri ayak yolundan gelmişse yahud da kadınlara dokunmuşsanız ve bu halde su da bulamamışsanız o vakit tertemiz bir toprakla teyemmüm edin, binaenâleyh (niyyetle) ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allâh (c.c.) sizin üzerinize bir güçlük yapmak istemez, fakat iyice temizlenmenizi ve üstünüzdeki nimetinin tamamlanmasını ister. Tâ ki şükredesiniz.” (Mâide s. 6) 2. Parmakları hilâllemek. Hadîs-i Şerif’te geldi ki; “Cehennem ateşi parmak aralarınızı hilâllemeden önce parmaklarınızı hilâlleyiniz” El ve ayak parmaklarının aralarını hilâllemek lâzımdır. Bir elini diğer elinin üstüne getirerek, parmaklarını, parmakları arasına sokup hilâllemelidir. Sol elinin küçük parmağı ile sağ ayağının küçük parmağından başlayıp ve altından sokup sol ayağının küçük parmağında bitirmelidir. 3. Yıkanan her yeri üç defa yıkamak. 4. Başı kaplayarak meshetmek. İki ellerinin (küçük parmaktan itibaren) üçer parmağını başın önüne koyup, baş ve şehâdet parmaklarını kaldırarak, arkaya doğru çekerek, sonra el ayalarını indirip başın yan taraflarından arkadan öne doğru getirerek, başladığı yere gelinceye kadar devam ettirerek yapılır. Hadîs-i Şerif’te böyle gelmiştir. 5. Abdestsizlikten kurtulmak, Allâhü Teâlâ’nın emrine uymak ve namaz kılmak için niyet etmek. 6. Abdeste sağdan başlamak. 7. Meshe alından başlamak. 8. Ellerini ve ayaklarını yıkamaya parmaklarından başlamak. Her uzvu yıkarken me’sûr olan (Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ve Ashâbı (r.a.e.)’den bildirilen) duâları okumak. (Bîrgîvî Vasiyetnamesi - Kadızâde Şerhi, s.276)
Fri, 27 Sep 2024 - 02min - 1784 - HZ. İBRÂHÎM (A.S.) VE NEMRÛD - 26 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
“Habîb-i Zîşân’ım! Sen bilmedin mi ve sana haber gelmedi mi şol kimseden ki, Allâhü Teâlâ ona mülk ve saltanat verdiği için İbrâhîm’in Râbbi hakkında mücâdele etti. Ki o zamânda İbrâhîm: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür.” dedi. Mücâdele eden (Nemrûd): “Ben de diriltir ve öldürürüm.” dedi. İbrâhîm (a.s.): “Allâhü Te‘âlâ güneşi maşrıkdan getirir, sen de kâdir isen güneşi mağribden getir.” dedi. Kâfir mebhût oldu, zîrâ Allâhü Teâlâ zâlim olan kavmi hidâyette kılmaz.” (Bakara s. 258) Nemrûd’un ülûhiyyet davâsına cür’et ve tekebbürünün sebebinin Allâhü Teâlâ Hazretleri’nin kendisine vermiş olduğu mülk ve saltanat olduğunu Cenâb-ı Hâkk bu âyet-i celîlede beyân buyurmuştur. Bu karşılıklı konuşma, İbrâhîm (a.s.) ile Nemrûd arasında Hz. İbrâhîm (a.s.)’ın âteşten çıktığı gün olmuştu. Bundan önce İbrâhîm (a.s.) Nemrûd ile görüşmemişti. Cenâb-ı Hâkk, Nemrûd isimli hükümdara Allâh (c.c.)’a îmân etmesi için bir melek gönderdi. Fakat o îmân etmedi, kabûl etmedi. Melek onu ikinci olarak îmâna davet eyledi, o yine kabûl etmedi. Nemrûd üçüncü olarak îmana davet edildi, yine kabûl etmedi ve meleğe şöyle dedi: “Sen tarâftarlarını topla, ben de adamlarımı toplayayım da savaşalım.” Nemrûd, güneş doğarken ordusunu ve askerlerini yığdı. Cenâb-ı Hâkk da ona sivrisinek sürüleri gönderdi ki, gökyüzü sinekten görülmüyordu. Böylece Cenâb-ı Hâkk onlara sinekleri musâllat kıldı. Öyle ki, sinekler onların etlerini yediler, kanlarını emdiler ve onları kupkuru kemik bıraktılar. Sineklerden biri de Nemrûd’un burnundan beynine girdi. Onun dimâğında tam dört yüz sene kaldı. Bu sûretle de Cenâb-ı Hâkk onu azâblandırdı. Nemrûd bu müddet içinde başını tokmakla dâima dövdürmüştür. Ve nihâyet Cenâb-ı Hâkk onu böylece helâk etti. (Târîh-i Ebû’l- Fidâ) (Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Hz. İbrâhîm (a.s.), s.17-19)
Thu, 26 Sep 2024 - 02min - 1783 - “MÜSLÜMAN, MÜSLÜMANIN AYNASIDIR” HADİS-İ ŞERİFİ NE ANLAMA GELİR? - 25 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ebû Hüreyre (r.a.) Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Mü’min, kardeşinin aynasıdır. Mü’min, mü’minin kardeşidir. Onun zarar görmesini önler; onu arkasından koruyup kollar.” Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle dedi: “Mü’min, mü’min kardeşinin aynasıdır. Onda bir eksik, kusur görünce düzeltir.” Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den Müstevrid ibni Şeddâd (r.a.), Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Kim bir müslümanın aleyhinde bulunarak birinden bir lokma menfaat elde ederse, Allâhü Teâlâ ona, yediğinin bir mislini cehennemde yedirir. Bir kimse müslüman kardeşinin aleyhinde bulunarak birinden bir giyecek elde etse, Allâhü Teâlâ buna karşılık ona cehennem elbisesi giydirir. Kim bir menfaat karşılığında, birine şöhret ve itibâr kazandırmak için onu lâyık olmadığı şekilde överse, Allâhü Teâlâ bu yağcıyı, kıyâmet gününde herkesin huzûrunda rezil eder.” Ayna yüzdeki kusurları gösterir. İnsan başkalarına o hâliyle görünmemek için kendine çeki düzen verdiği gibi, mü’min kardeşine de ayna olmalıdır. Onun göremediği, ama kendisinin fark ettiği maddî ve mânevî kusurlarını ona söylemelidir; hatalarını ve yanlışlarını hatırlatmalı, onları gidermesini istemelidir. Ayna nasıl pırıl pırılsa, mü’min de öyle olmalı. Kardeşi onun mânevî güzelliğini fark edip Allâh (c.c.)’u hatırlamalı ve kendine çekidüzen vermelidir. Bir insan, biriyle dost olur, sonra onun düşmanına giderek dostunun aleyhinde konuşur, onu çekiştirir, böylece bir menfaat elde ederse, Allâhü Teâlâ o insanın cezâsını âhirette mutlaka verir. Bir kimse, bir çıkar elde etmek için birini sen şöyle iyi adamsın, böyle mükemmelsin diye överse, Allâhü Teâlâ onu bu yalancılığı, ikiyüzlülüğü dolayısıyla kıyâmet gününde ağır şekilde cezâlandırır ve âleme rezil eder. (İmâm Buhârî, Edebü’l-Müfred, c.1, s.265-267)
Wed, 25 Sep 2024 - 02min - 1782 - İMAM ŞAFİİ (R.ÂLEYH)’İN HADİS ANLAYIŞI - 24 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Mısır’da iken, İmam Şafii (r.âleyh) Resûlullâh (s.a.v.)’den bir hadis nakletti. Topluluktan birisi dedi ki: “Ey Abdullah! Sen de mi kabul ediyorsun?” İmâm Şafii (r.âleyh) sinirlenerek dedi ki: “Sen beni kiliseden çıkarken veya benim belimde zünnar bulunurken mi gördün ki Resûlullâh (s.a.v.)’den bir hadis olsun da onu kabul etmeyeyim.” Ebu Nuaym (r.âleyh) şöyle nakletti: Bir adam İmâm Şafii (r.âleyh)’e bir hadis hakkında sordu. İmam Şafii (r.âleyh) de “Bu hadis sahihtir” dedi. O kişi: “Sen ne diyorsun?” dedi. İmâm Şafii (r.âleyh) sinirlendi ve dedi ki: “Ben, Resûlullâh (s.a.v.)’den bir hadis naklettiğim zaman o hadise aykırı görüş bildirirsem, hangi semâ beni gölgelendirir, hangi yer beni barındırır?” Ebu Nuaym (r.âleyh), Rebi (r.âleyh)’in şöyle dediğini nakletti: İmâm Şafii (r.âleyh) bir hadis anlattı. Birisi ona: “Bu hadisi sen kabul ediyor musun?” diye sordu. İmâm Şafii (r.âleyh) dedi ki: “Bana Resûlullâh (s.a.v.)’den sahih bir hadis gelir de onu kabul etmezsem, şahit olunuz ki benim aklım yok olmuştur.” Bir başka rivayette İmâm Şafii (r.âleyh) şöyle dedi: “Resûlullâh (s.a.v.)’den sahih bir hadis olduğu zaman onu kabul eder, kendi sözümü yok sayarım.” Ebu Nuaym (r.âleyh) İmam Şafii (r.âleyh)’in şöyle dediğini nakletti: “Size Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetinden herhangi bir şey ulaşırsa, ona hemen tabi olup onu yaşayınız. Başka kişilerin sözlerine asla iltifât etmeyiniz.” (İmam Suyutî, Akidede Sünnetin Yeri, s.155-156)
Tue, 24 Sep 2024 - 02min - 1781 - İLK SİBERNETİK BİLGİNİ: EL-CEZERİ - 23 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Batı dünyasında Cazari (Gazari) olarak bilinen ElCezeri, Cizre’de 1153 yılında dünyaya geldi. Adı İsmail olup babasının adı Rezzaz’dır. Cizreli büyük mucit, bilgisayarın temelini atan âlim, fen ve teknik adamı, robotlar, saatler, su makinaları vb. makineler mucidi ve dünyanın ilk sibernetik bilginidir. Sibernetiğin bilinen tanımı, insanlarda ve makinalarda karşılıklı haberleşme, denge kurma ve yönetme bilimidir. El-Cezeri’nin, elektronikteki ayarlama sistemleri ve sibernetikteki denge durumunu başarılı bir şekilde çalışmalarında uyguladığı, yaptığı araçlardan anlaşılmaktadır. El-Cezeri’nin imzasını attığı diğer bir alan ise yatay eksenli yel değirmenleridir. Yatay eksenli yel değirmenlerinin ilk olarak Kuzey Avrupa ülkelerinde ortaya çıktığı sanılır. Oysa 12. yy’da Anadolu’da bunlar kullanılmaktaydı. Kitabında derin olmayan bir kuyudan veya akan bir nehirden suyu yükselten aletlerle kaldırma gücü olarak yatay eksenli rüzgâr türbinlerinden yararlanıldığından bahseder. Bu cihazda sadece rüzgâr gücünden faydalanılmadığı, günümüzdeki silindir, piston ve sübap parçalarının da bir arada kullanıldığı görülmektedir. Aynı zamanda El-Cezeri, tarihte otomatik makinelerin yapımıyla uğraşan ilk mekanikçilerden biri olarak da kabul edilir. Teorik çalışmalardan çok, pratik ve el yordamıyla deneysel çalışmalar yapan Cezeri’nin kullandığı oldukça önemli bir yöntem; yapacağı cihazların önceden kâğıttan maketlerini inşa edip geometri kurallarından yararlanmaktı. İlk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle çalışan benzer bir mekanizmayı, geliştirdiği saatte kullanan Cezeri, sadece otomatik sistemler kurmakla kalmamış; otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştı. (Bekir Çırak-Abdülkadir Yörük, Mekatronik Biliminin Öncüsü İsmail El-Cezeri, s.1-8)
Mon, 23 Sep 2024 - 02min - 1780 - MÜSLÜMAN DÜNYA HAYATINI NASIL YAŞAMALI? - 22 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Bir insan kelime-i şehâdet getirerek Cenâb-ı Hâkk’a bir söz vermiş olur. Bu söz ile insan, Resûlullâh (s.a.v.) vasıtasıyla Allâh (c.c.)’dan gelen her şeyi olduğu gibi kabul ettiğini ve gücünün yettiği kadar bunlara uyacağını kabul etmiş olur. İnsanlara bu telkin edildiği zaman veya bunu yapmak insanlara hoş gelmeye başladığı zaman nefis, şeytân veya bunlara boyun eğmiş olanlar hemen “Müslümanın yaşama hakkı yok mu?” demektedir. Bu soruyu gündeme getirenlerin istediği tarzda yaşama hakkını bu dünyada kullanan, âhiretteki yaşama hakkını kaybetmiştir. Hâkk Teâla Hazretleri; “Allâh, sinenizde iki kalb yaratmadı.” (Ahzâb s. 4) buyurmaktadır. Yâni bir tane kalb bulunur, onda da ya dünya olur ya da Mevlâ. Kalbde Mevlâ’nın bulunması demek de Cenâb-ı Hâkk’ın muhabbetinin kalbi ihâta etmesi, doldurması demektir. Dolayısıyla bir insan imânının kemâle ermesini istiyorsa Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in emir ve yasaklarına sıkı sıkıya sarılmalıdır, bu davranışına muhalif herkese de Cenâb-ı Hâkk’ın ifadesiyle “Selâmet üzere ol.” deyip oradan uzaklaşmalıdır. Buna riâyet edilmediği takdirde insanın imânı zarara uğrar. Müslüman dünya hayatını yaşayacak; ama nasıl yaşayacağını Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’den ve Sahabe-i Kirâm (r.a.e.) efendilerimizin hayatlarından öğrenecek. Onlar ne şekilde yaşadıysa o şekliyle yaşamaya gayret sarfedecek. Resûlullâh (s.a.v.) “Benimle bu dünyanın hâli, bir ağaç altında istirahat edip ihtiyaçlarını giderdikten sonra yoluna devam eden yolcunun hâli gibidir.” buyurmuşlardır. Madem ki Resûlulâh (s.a.v.)’i seviyoruz, madem ki Sahabe-i Kiram (r.a.e.) efendilerimizi seviyoruz, o zaman bizim de dünyaya bakışımız bu şekilde olmalıdır. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.76-78)
Sun, 22 Sep 2024 - 02min - 1779 - CENAZESİNİ MELEKLERİN TAŞIDIĞI SAHABİ: HZ. SA’D (R.A.) - 21 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Nasıl ki Hz. Ebû Bekir (r.a.), Muhâcirlerin en önde gelen şahsiyeti ise, Hz. Sa‘d (r.a.) de Ensâr’ın en önde gelen sîmâsı idi. Bu azîz sahâbî, Fahr-i Âlem (s.a.v.) Efendimiz henüz Medine’yi şereflendirmeden önce Mus’ab ibni Umeyr (r.a.) vâsıtasıyla müslüman oldu. Sa‘d (r.a.), Abdüleşhel oğullarının başkanı olduğu için, o müslüman olunca bütün kabile İslâmiyet’i kabul etti. Kâinâtın Efendisi (s.a.v.) ile Bedir, Uhud ve Hendek gâzvelerinde bulundu. Hendek Gâzvesi’nde kolundan ağır şekilde yaralandı. Hicretin 5. yılında bu yara açıldı ve henüz otuz yedi yaşında iken kolundaki bu kanamadan dolayı vefât etti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in haber verdiğine göre Sa‘d (r.a.) vefât edince, Cenâb-ı Hâkk’ın yüce arşı, onun rûhuna kavuşmanın sevinciyle titremiş, gök kapıları kendisi için açılmış ve cenâzesinde 70.000 melek bulunmuş ve bu aziz insanın nâşını melekler taşımıştır. Bizler arş cansız bir varlık olmalıdır; “Cansız bir şey nasıl sevinir?” diye düşünmemeliyiz. Zira bu husus akılla bilinecek bir şey değildir. İşte burada, Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in Uhud Dağı’nı göstererek: “Uhud bizi sever, biz de onu severiz.” hadîs-i şerîfi hatırlanmalıdır. Uhud nasıl seviyorsa, arş da öyle sevinebilir. Arş’ın canlı mı, yoksa cansız mı olduğunu bilmiyoruz ama cansız olduğunu zannettiğimiz dağların, taşların bile Allâh (c.c.) korkusundan parçalanacağı, yuvarlanıp düşeceği Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle belirtilmektedir: “Şâyet biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, sen onu Allâh korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün.” (Haşr s. 21) Yine Allâh (c.c.)’un kitabında Yahudilere hitâben de şöyle buyurulmaktadır: “Ama bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı da taş kesildi, hattâ taştan da beter oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki, bağrından ırmaklar çağlar. Öylesi de vardır ki, çatlayıp arasından sular akar. Bazısı da, Allâh korkusundan yuvarlanıp düşer. Sizin yaptıklarınızdan ise Allâh habersiz değildir.” (Bakara s. 74) (İmâm Tirmizî, Şemâil-i Şerîf, c.1, s.106-107)
Sat, 21 Sep 2024 - 03min - 1778 - RESÛLULLÂH (S.A.V.)’E SALÂT-Ü SELÂM GETİRMEMENİN GÜNÂHI - 20 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir. Der ki: “Resûl-i Ekrem (s.a.v.) minbere çıktı, “âmin” dedi. Sonra bir basamak daha çıktı “âmin” dedi. Sonra bir basamak daha çıktı, “âmin” dedi. Bunun üzerine Muaz (r.a.) tekrar tekrar âmin demesinin sebebini Resûlullâh (s.a.v.)’e sordu. “Cebrail bana gelerek dedi ki: “Yanında ismin zikredilir de sana salât-ü selâm getirmeyen kimse bu halde iken ölürse, cehenneme girsin, Allâh onu rahmet ve mağfiretinden uzaklaştırsın. Âmin de.” Ben de “âmin” dedim. “Kim Ramazan ayına ulaşır da onun orucu, ibâdeti-kabul olmaz ve o kimse böyle iken ölürse, cehenneme girsin, Allâh onu rahmet ve mağfiretinden uzaklaştırsın” dedi ve bana da “âmin de” dedi. Ben de “âmin” dedim. “Kim annesine, babasına veyahut bunlardan birine ulaşır da onlara bakmaz, böylece ölürse o kimse cehenneme girsin, Allâh onu râhmet ve mağfiretinden uzaklaştırsın” dedi. Bana da “âmin de” dedi. Ben de “âmin” dedim.” Ali b. Ebû Tâlib (r.a.)’den rivâyetle Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yanında ismim zikredilip, bana salât-ü selâm getirmeyen kimse cimrilerin en cimrisidir.” Cafer b. Muhammed (r.âleyh) babasından rivâyet etmiştir. Resûlullâh (s.a.v.) buyuruyor: “Kim ki, yanında anılırım da bana salât-ü selâm getirmezse o kimse cennetin yolunu bulamaz.” Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyetle, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kavim, bir yerde toplanarak oturup, sonra bana salât-ü selâm getirmeden, Allâh’ı zikretmeden dağılırsa, Allâh onlara noksanlık verir. Allâh dilerse onlara azâb eder, dilerse bağışlar.” (Kadı Iyâz, Şifâ-i Şerif, s.465-466)
Fri, 20 Sep 2024 - 02min - 1777 - İKİ VAKTİN NAMAZI BİRLEŞTİRİLEBİLİR Mİ? - 19 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Abdullah b. Abbas (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kim, iki namazı özürsüz olarak cem ederse (aynı vakitte kılarsa), şüphesiz büyük günâh kapılarından bir kapıya gelmiş olur.” Ayrıca Hz. Ömer ve Hz. Ebû Mûsa (r.a.e.)’in, “Özürsüz olarak iki namazı cem etmek, büyük günahlardandır” dedikleri rivâyet olunmuştur. Hz. Hasan ve Muhammed (r.a.e.) şöyle demişlerdir: “Biz, Müzdelife’de akşam namazı ile yatsı namazının ve Arafat’ta da, öğle namazı ile ikindi namazının cem edilişi müstesna, hazarda veya seferde namazın cem edilişine dair bir sünnet (hadîs) bilmiyoruz.” Abdullah bin Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: “Ben Resûlullâh (s.a.v.)’ın, Müzdelife’de birleştirdiği iki namaz müstesna, hiçbir namazı bilinen vaktinin dışında kıldığını görmedim. Müzdelife’de akşam ile yatsı namazlarını birleştirdi. Bir de sabah namazını bilinen vaktinden önce kıldı.” Arafat ve Müzdelife’deki bu birleştirme uygulaması mevzuunda, müctehid imâmlar arasında görüş birliği vardır. Çünkü Vedâ Haccı sırasında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in tatbikatı ve sözleri, namaz vakitlerini belirleyen âyet ve hadîsleri tahsis edecek kuvvettedir. Hac ibâdeti dışındaki yolculuk, hastalık, şiddetli yağmur-çamur ve benzeri sıkıntılı zamanlarında zarûretten dolayı öğle ve akşam namazlarını son vakitlerinde, hemen arkasından da ikindi ve yatsı namazlarını ilk vakitlerinde kılmak mümkündür. Böylece iki namaz birlikte fakat kendi vakitlerinde kılınmış olur. Bu uygulama, İslâm’ın müslümanlara getirdiği bir kolaylıktır. Müctehid imamlarımız meseleyi, “Allâhü Teâlâ sizin için kolaylığı ister, güçlüğü istemez” İlâhi düsturu istikâmetinde ele almışlar ve 5 vakit namazın, hiçbir zorlayıcı şartın bulunmadığı zamanlarda, keyfe göre istediğin zaman istediğin gibi bir araya getirilemeyeceğini, öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazlarının birleştirilerek kılınamayacağını ortaya koymuşlardır. (www.mevlanatakvimi.com)
Thu, 19 Sep 2024 - 02min - 1776 - AZÂBI HAK EDEN KADINLAR - 18 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Hz. Ali (k.v.) anlatıyor: “Bir gün zevcem Fâtıma ile Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına gittik. Onu ağlıyor bulduk. Ben: “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Seni ağlatan nedir?” dedim. Buyurdu ki: “Ey Ali, Mi’rac gecesi ümmetim içinden kadınların çeşitli azâblarla tâ’zib edildiklerini gördüm. Onların ağır azâblarını hatırladım da ağladım.” Resûlullâh (s.a.v.) devamla buyurdular ki: “O gece bir kadının saçlarından asıldığını ve beyninin kaynadığını, bir başka kadının dilinden asıldığını ve boğazına kaynar su döküldüğünü, başka birini ayakları göğüslerine, elleri nâsiyesine bağlanmış bir halde, diğer bir kadın göğüslerinden asılmış olarak, yine başka birini de başı domuz başı, vücudu merkeb vücudu gibi kendisine milyonlarca azâbın icra edildiğini, başka birisini de köpekler suretinde ağzından ateşler girer, gerisinden çıkar şekilde melekler ateşten topuzlarla kendisine vuruyorlarken gördüm.” Fâtıma ayağa kalktı ve: “Sevgili babacığım, gözlerimin nuru! Banların suçları nedir ki, kendilerine bu derece ağır azablar ediliyor?” Resûlullâh (s.a.v.): “Ey kızım! Saçlarından asılanlar başlarını kapamayanlar. Dillerinden asılanlar dilleriyle kocalarına ezâ edenler. Göğüslerinden asılanlar kocalarının yatağına hıyânette bulunanlar. Ayaklarından göğüslerine, ayaklarından perçemlerine asılanlar cünüplük ve âdet sonrası yıkanmayan, namazla istihza (alay) edenler. Başı hınzır, vücudları da merkeb gibi olanlar kovucu ve yalan söyleyenler. Köpek suretinde olup ağızlarından ateşler giren ve gerilerinden çıkanlar, yaptıkları iyilikleri başa kakan kıskanç kadınlardır.” (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar, s.174)
Wed, 18 Sep 2024 - 02min - 1775 - HZ. MAHMÛD SÂMÎ RAMAZANOĞLU (K.S.) CÂMİÎ ŞERÎFİ - 17 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
17 Eylül 2006 tarihinde yapımına başlanmış ve yaklaşık iki yılda tamamlanmıştır. Bânisi Hz. Sami (k.s.)’nun ma‘nevî evlâdı ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’tür. 23.5 x 28.5 metre ebadında bir alana yerleşmiş, dört ana kolon üstüne tek ana kubbe ve etrafında dört yarım kubbe şeklinde inşâ edilmiştir. Câminin külliye haline getirilmesine devâm edilmektedir. İstanbul’un Pendik ilçesine bağlı Yenişehir mahallesinde bulunan cami; Yavuz Sultân Selîm Câmii gibi Osmanlı mîmârîsinin ince estetiğini açığa çıkaran bir eser olmuştur. Caminin kendi adına yapıldığı Zât hakkında Kitâbe’de şöyle denilmektedir: “Silsile-i Aliyye-i Nakşîbendiyye’nin otuz üçüncü postnişînleri olup Silsile-i Aliyye’nin otuz ikinci postnişîni Şeyhü’lmeşâyîh es-Seyyid Muhammed Es‘âd Erbilî kuddise sirrûh hazretlerinin hâlîfelerindendirler. Hazret-i Zât-ı akdes’in şecere-i mübârekeleri, Ramazanoğlu Beyliği’nden Hz. Seyfullâh Hâlid bin Velîd (r.a.)’e uzanır. Hicrî 1308’de Adana’da dünyâyı teşrîf eden Zât-ı âli-kadrleri, 1404’te Medîne-i Münevvere’de irtihâl-i dâr-ı bekâ eylediler. Kabr-i şerîfleri Cennetü’l Bakî’de ziyâretgâhtır. Ulemâ-yı İslâm, “Bir asırlık mübârek ömürlerinin her ânında Sünnet-i Seniyye-i Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.)’i ihyâ eylediklerinde ve nice yüksek makâmların sâhibi; Gavs*, Müceddid**, Sâhibü’zzamân*** ve Câna yakın ülfet makâmının sâhibi ve asırların nâdir yetiştirdiği bir Zât-ı Akdes olduklarında” ittifâk-ı ârâ eylemişlerdir.” Allâhü Te‘âlâ yollarına ve şefâatlerine cümlemizi dâhil eylesin. Âmîn. *Gavs: Yardım etmek, imdada yetişmek demektir. Bunun yerine “kutub” da kullanılır. En yüksek ma’nevî makâmdır. Allâh (c.c.) onların duası sebebiyle gelmesi muhtemel belâları def eder. **Müceddid: Her asır başında geleceği Nebî (s.a.v.) tarafından müjdelenen, dinin yüksek hâdimleridir. Kendilerinden ve yeniden bir şey ortaya çıkarmazlar, yeni ahkâm getirmezler. İslâmî hükümlere harfiyen uyarak dinin aslını ortaya koyarlar ve ona karıştırılmak istenilen bid’atleri def ederler. ***Sâhibü’z-zamân: Zamanın etkisinden kurtulmuş; geçmiş, gelecek düşüncesinden sıyrılmış, ân-ı vâhidi yakalayan ve onu sürekli yaşayan kişidir. O, bu durumuyla zamanı aşmıştır.
Tue, 17 Sep 2024 - 03min - 1774 - PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN GELECEĞİNİN TEVRAT’TA ZİKREDİLMESİ - 16 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ebû Nuaym (r.âleyh)’in naklettiğine göre, Ka’bü’l-Ahbâr (r.a.), yahûdî hahamını ağlar görür ve ona niçin ağladığını sorar. Haham: “Bazı şeyler hatırladım da ondan” der. Ka’b (r.a.); “Niçin ağladığını sana söylersem beni tasdik eder misin?” der. Haham: “Evet” deyince, Ka’b (r.a.) şöyle der: “Allâh aşkına doğru söyle, Mûsâ (a.s.) Tevrat’a baktığı zaman: “Ey Rabbim, ben Tevrat’ta iyiliği emreden, kötülükten nehyeden, önceki ve sonraki kitaplara inanan, dalâlet ehliyle savaşan ve en sonunda bir gözü kör deccâli öldürecek olan ve bütün ümmetlerin en hayırlısı bulunan bir ümmet görüyorum! Yâ Rabbi, bu ümmeti bana ümmet kıl” diye niyazda bulunmadı mı?” Haham da bunu “Evet” diyerek tasdik etmiştir.” Yine Ka’b (r.a.) dedi: “Allâh aşkına doğru söyle! Okuduğun Tevrat’ta, Mûsâ (a.s.)’ın Tevrat’a baktığı zaman; “Yâ Rabbi, ben Tevrat’ta öyle bir ümmet görüyorum ki, her hâlükârda Allâh’ı tekbîr eder, tahmîd eder; temiz topraktan teyemmüm ederler, yeryüzü onlar için mesciddir, suyu bulamadıkları zaman teyemmüm ederek abdest de alırlar, gusül de ederler; abdest azâları âhirette nûr gibi parlar! “Yâ Rabbi, onları bana ümmet kıl!” diye taleb ettiğini de okuyorsun, değil mi?” Haham da, “Evet” diyerek tasdik etti. (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, s.28) SORU: Üzerinde dirhem miktarından az necaset bulunan kişi, onu temizlemekle meşgul olduğunda cemaati kaçıracak olsa ne yapmalıdır? CEVAP: Üzerinde dirhem miktarından az necaset bulunan bir kimse temizlemeyle uğraşması durumunda cemaati kaçırma korkusu taşıyorsa, temizlemeksizin o haliyle kılması müstehabdır. Çünkü o miktar necaseti temizlemek farz değil müstehabdır. Hâlbuki cemaate iştirak ettiğinde farzı edâ etmiş olacaktır. (Sualli-Cevaplı İslâm Fıkhı, c.1, s.24)
Mon, 16 Sep 2024 - 02min - 1773 - NEBİ (S.A.V.)’İ RÜ’YADA GÖRMEK İÇİN OKUNACAKLAR - 15 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İmâm Ebû’l-Kasim es-Sübkî Hazretleri, “ed-Dürrü’ Münazzam fi’l-mevlidi’l-Muazzam” kitabında, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nden şöyle bir rivayet nakletmiştir: “Kim, ruhlar (arasında) Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hazretleri’nin mübârek ruhu şerifine ve kim cesedler (arasında) Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hazretleri’nin mübârek cesedine ve kabirlerde Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hazretleri’nin temiz kabrine Salât-ü Selâm okursa; mutlaka beni rü’yâda görür. Ve kim beni rü’yâda görürse; o kişi kıyâmet gününde de beni görür. Kıyâmet gününde beni görürse; ben ona şefaat ederim. Kime şefaat edersem; o kişi, benim havzumdan içer ve Allâhü Teâlâ Hazretleri, onun cesedini cehennem ateşine haram kılar…” (Tirmizi) Okunucak salevât’ın arapçası şudur: “Allahümme salli ‘alâ ruhi seyyidinâ Muhammedin filervahı, Allahümme salli ‘alâ cesedi seyyidinâ Muhammedin fil-ecsâdi, Allahümme salli ‘alâ kabri seyyidinâ Muhammedin filkubûri.” Manâsı: “Allâhım! Ruhlar arasında Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin ruhuna salât-ü selâm eyle. Allâhım! Cesedler arasında Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin cesedine salât-ü selâm eyle. Allâhım! Kabirler arasında Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’nin kabrine salât-ü selâm eyle.” Şeyh Mustafa el-Bekrî Hazretleri, “Hizbün-Nevevî” kitabında buyurdu: “Kim her gece, “Muhammed (s.a.v.)” ismi şerifini yirmi iki (22) kere okursa; o kişi, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri’ni çokça rü’yâda görür.” (Yusuf en-Nebhani, Saâdetü’d-Dareyn, s.523)
Sun, 15 Sep 2024 - 02min - 1772 - EN MÜKEMMEL İNSAN: RESÛLULLAH (S.A.V.) - 14 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Cenâb-ı Hakk âyet-i kerimede şöyle buyurur: (İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s.) şöyle dua ettiler) “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” (Bakara s. 129) Beyzâvî, Hâzin ve Fahr-i Râzî’nin beyânlarına göre bu âyet-i celîlede “Resûl” ile kastedilen, âhir zaman peygamberi, bizim peygamberimiz Hz. Resûlullâh (s.a.v.)’dir. Zîrâ İsmâil (a.s.) ile beraber İbrâhim (a.s.)’ın neslinden Resûlullâh (s.a.v.)’den başka resûl gönderilmemiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in: “Ben babam İbrâhim (a.s.)’ın duâsı, İsa (a.s.)’ın müjdesi ve annemim rüyasıyım.” hadîs-i şerîfi bu mânâyı doğrulamaktadır. Resûlullâh (s.a.v.)’in annesi rüyasında, Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz’in doğması esnasında Hâne-i Saâdet’ten (Resulûllâh (s.a.v.) Efendimiz’in mübarek evinden) bir nûrun ışığı ile Şâm’da olan köşkleri ve konakları görmüştür. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, işte bu rüyaya işaret ederek: “Ben annemin rüyasıyım.” buyurmuşlardır. Bu âyet-i celîlede insanlığın eksikliğini tamamlamak için gerekli olan vasıfların tamamına Resûlullâh (s.a.v.)’in sahip olduğu beyân olunmuştur. Çünkü, ilk olarak, Şeriat’ın esasları olan âyetleri ümmetlerine okumak; ikinci olarak, ilâhî vahiy olan Kitâb’ın hükümlerini ve dînî meseleleri öğretip insanları cehâletten kurtarmak; üçüncü olarak, kulların dünya ve âhirete yönelik işleri için gerekli olan hikmeti öğretmek; şirk, putlara ibâdet gibi küfürlerden temizleyeceğini ve insanlığın muhtaç olduğu şeylerin tamamını yerine getirerek eksikliklerini tamamlayacağını beyân etmektedir. Bunların hepsi bu âyet-i celîlede anlatılmıştır. (Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Hz. İbrahim Halîlullâh (a.s.), s.11-12)
Sat, 14 Sep 2024 - 02min - 1771 - NEBÎ (S.A.V.)’İN DOĞUMU - 13 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Peygamber (s.a.v.)’in doğumunda yaşanan bir olayı Hz. Âmine (r.anhâ) şöyle anlatır: “(Nebi (s.a.v.) Efendimiz doğduğunda) O’nu elime almak istedim. Hemen üç hûrînin hazır olduğunu gördüm. Her birinin yüzü bir bedir (ay) gibiydi. Başka melekler de vardı. Bunlar bir anda kaybolup o üç melek yaklaştılar. Meğer bunlar hûrî suretinde melekler imiş. Yanıma geldiler. Birinin elinde gümüşten beyaz bir ibrik, yeşil zebercedden bir maşraba vardı. Diğerinin elinde kızıl ipekten dürülmüş bükülmüş bir bez vardı. Meleklerden biri ileri geldi. Leğeni Allâh’ın Habîbi (s.a.v.)’in önüne koydu ve: “Ey Muhammed (s.a.v.)! Bu leğen dünyanın benzeridir. Dünyayı sana arz ettim. Nereyi gösterirsen senin makâmın orası olacaktır. Elini bu leğenin neresine gösterirsen ben de sana oranın doğuda mı, yoksa batıda mı, Şam’da mı yoksa Anadolu’da mı olduğunu haber vereceğim” dedi. Gözümün nuru o leğenin orta yerine elini koydu. Ben şaşakaldım. Daha şimdi doğan çocuk bu sözü nasıl anlamıştı?” Âmine Hâtun bilmezdi ki, bütün yaratılmışlar onun yanında tıfıldır. Amma onun cümle mahlûkâttan şânı uludur. Ey müminler! Resûlullâh (s.a.v.) hakkında söylenen sözleri ve o sözlerin şerhlerini, mucize ve kerametlerini sakın inkâr etmeyin. Diliniz ve dîniniz zayıflar. Îmânınıza zarar gelir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in makâmı yüksek makâmdır. Yüce menzildir. Bütün peygamber ve velîlerle, dîn imâmları ve yakîn ehli âlimler onun haline hayran kaldılar. Hiç kimse O (s.a.v.)’in kurbetinin, zînetinin ve rütbesinin derecesini gereği gibi anlayamamıştır. Mevlîd gecesi, Resûlullâh (s.a.v.)’in doğum zamanında görülen hâlleri, mûcizeleri okumak, dinlemek, çok sevâbdır. Çünkü hadîs-i şerîfte “Allâhü Teâlâ bir kimseye söz ve yazı sanatı ihsân ederse, Resûlullâh (s.a.v.)’i övsün, düşmanlarını kötülesin” buyurulmuştur. Not: Bugün veya ertesi gün oruç tutmak sevâbdır. (Mustafa Darir, Siyer-i Nebî, c.1, s.249)
Fri, 13 Sep 2024 - 02min - 1770 - EN MUTLU GÜNÜMÜZ - 12 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Nebi (s.a.v.)’i dünyayı teşriflerinin kutlanması yüzyıllardır Müslümânlar tarafından icra edilen sünnetlerdendir. Bizzat Nebi (s.a.v.) Efendimiz, “Bu günde doğdum” buyurarak pazartesi günleri oruç tutmuştur. Hz. Ömer (r.a.) dönemine gelindiğinde ise okula giden öğrenci çocuklar için her yıl, Kurban Bayramında dört gün ve “mevlid gecesi” dolayısıyla da bir hafta tatil günü belirlenmiş ve Hz. Ömer (r.a.) bunu devam ettirenlere hayır duâda, kaldıranlara da bedduâda bulunmuştur. Bu gelenek son asırlara kadar devam etmiştir. Kurban ve Ramazan bayramları dışında İslam’da başka bir bayram olmadığı malumdur. Ancak mevlid günü bayramdan daha büyük ve önemlidir. Biz mevlidi bayram olarak isimlendirmiyoruz. Çünkü bütün bayramlar, saadetler ve İslam’la gelen bütün büyük günlerin güzellikleri mevlidle var oldu. Eğer Efendimiz (s.a.v.)’in mevlidi olmasaydı peygamberliği olmazdı, Kur’ân inmezdi, İsra ve Mi’rac olmazdı, Bedir zaferi olmazdı, büyük fetih (Mekke’nin fethi) gerçekleşmezdi. Bunların hepsi bütün hayırların kaynağı olan Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’e ve O’nun doğumuna bağlıdır. Mevlid okunmasını bid’at olarak görenlere şunu söylüyoruz: “Biz O (s.a.v.) ile ferahladığımız ve sevindiğimiz için mevlidini kutluyoruz. Mü’min olduğumuz için de O’nu (s.a.v.)’i çok seviyoruz” Bu mübarek günde, oruç tutmak bol bol salavât getirmek, sevinç göstermek, ziyafetler tertib etmek, bu ziyafetlere katılmak, fakirlere bu günün şerefine sadakalar vermek ve Nebi (s.a.v.)’i öven şiirler okumak ve dinlemek Sâlih kimselerin âdetlerindendir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), daha doğduğu andan itibaren övülmeye başlanmıştır: “Bana bu güzel ve zarif çocuğu veren Allâh’a hamd olsun!” diyen dedesi Abdulmuttalib’in, ve “Sen doğunca dünya ışığa büründü ve Sen’in nûrunla ufuklar aydınlandı.” diyen amcası Hz. Abbas’ın deyişleri bunlardan sadece birkaçıdır. Medîne’ye gelişinden sonra ise pek çok Sahâbî şâir O (s.a.v.)’i övmek için yarışmışlardır. (Seyyid Muhammed Alevî, Mevlid-i Şerîf’i Kutlamak, s.10-12)
Thu, 12 Sep 2024 - 02min - 1769 - ALLÂH (C.C.)’UN RÂHMETİNİN GENİŞLİĞİ - 11 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Âyet-i Kerime’de şöyle buyrulur: “Göklerde ve yerde olan her şey kimindir?” diye sor. De ki: “Hepsi Allâhü Teâlâ’nındır. Allâhü Teâlâ, rahmeti kendine yazdı.” (En’am s. 12) Râhmet; dünyâya da, ahirete de şâmildir ki râhmetinden marifetine hidâyet eder. Deliller gösterir. Kitab inzâli suretiyle Allâh (c.c.)’un birliğini bildirir ve kâfirlere ölümlerine kadar mühlet verir. Kullarının tevbelerini kabul ve masiyetlerini afveder. Efendimiz (s.a.v.): “Allâhü Teâlâ’nın yüz râhmeti vardır. Bundan birini dünyâda cin, insan ve hayvanlar arasında pay etmiştir, tâ ki onunla birbirlerine şefkât ve merhâmet etsinler. Hattâ vahşi hayvanlar bile yavrularına onunla şefkât gösterir. Doksan dokuzunu ise, kullarına râhmet etmek için Kıyâmet Günü’ne alıkoymuştur.” buyurmuşlardır. Hz. Ömer (r.a.) diyor ki: “Peygamber (s.a.v.)’e bir takım esirler getirdiler. İçlerinde bir kadın vardı ki, emzikli olup her tarafa bakınıyordu. Nihâyet esirlerin arasında bir çocuk gördü. Meğer çocuk onunmuş. Hemen varıp bağrına bastı ve emzirdi. Peygamber (s.a.v.) Ashâbı (r.a.e.)’ne; “Zanneder misiniz ki bu kadın çocuğunu ateşe atsın? Atmağa kadirdir?” dedi, Ashâb (r.a.e.): “Hiç olur mu, insan çocuğunu ateşe atar mı?” dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) “Bilin ki, Allâhü Teâlâ kullarına, bu kadının çocuğuna gösterdiği şefkâtten daha merhametlidir” buyurdular. Âyet-i Kerime’de şöyle buyrulur: “Toprağı temiz ve münbit bir yer, Râbbinin izniyle iyi ve bol mahsûl verir. Çorak bir yerin mahsûlü ise kıttır. İşte Biz, şükredecek bir kavim için, âyetlerimizi böyle tekrar tekrar beyân ederiz.” (A’raf s. 58) Rüzgârlar, Râhmet-i İlâhiye’nin müjdecileri Peygamberler, yüklendikleri teklifler de; suyla ağırlaşan bulutlardır. Ve indirilen su, kalblerin âb-ı hayâtı Kur’ân, dîn ve ma’rifet, Râhmet-i İlâhiye’dir. (Ayıntabî Mehmed Efendi, Tibyân Tefsiri, c.2, s.10-89)
Wed, 11 Sep 2024 - 02min - 1768 - HAFTANIN GÜNLERİNDEKİ SIRLAR - 10 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Resûlullâh (s.a.v.)’e salı günü hakkında sual ettiler. Resûlullâh (s.a.v.): “Kan günüdür, çünkü o gün Havva hayz getirdi. Âdem’in oğlu kardeşini o gün öldürdü. Yine o gün Cercis, Zekeriyyâ, Yahya ve oğlu, Firavun’un karısı Âsiye bînt-i Müzârrın ve Benî İsrail’in bakarası katlolundu. Resûlullâh (s.a.v.) salı günü hacamat yaptırmaktan şiddetle nehyetmişlerdir. Çünkü o günde öyle bir saat vardır ki, kişi hacamat yaptırırsa kanı durmaz ve ekseri hallerde insan kanı durdukdan sonra ölür. Yine salı günü İblis yeryüzüne indi. Yine o gün cehennem yaratıldı ve yine o gün Eyyûb (a.s.) derde tutuldu.” buyurdular. Çarşamba gününden sordular. Cevaben buyurdular ki: “Meşakkât ve azâb günüdür. Çünkü o gün Firavun ve kavmi boğuldular, yine o gün Âd, Semûd ve Sâlih (a.s.) kavmi helâk oldular ve o gün tırnak kesmek nehyolundu. Çünkü çarşamba günü tırnak kesmek baras hastalığına neden olur.” Bazıları çarşamba günü hasta ziyaretini mekruh gördüler. Resûlullâh (s.a.v.)’e perşembe gününden sordular; Resûlullâh (s.a.v.) cevaben; “Hacetlerin yerine getirildiği gündür. Gerektiğinde sunanların huzûruna da perşembe günü çıkılır. Çünkü İbrahim (a.s.) Mısır melikinin huzûruna perşembe günü çıktı, hacetini gördü ve Mısır meliki ona Hâcer’i hediye eyledi.” Resûlullâh (s.a.v.)’e cuma gününden soruldu cevaben: “Nikâh günüdür. Âdem (a.s.) Havva ile, Yûsuf (a.s.) Züleyha ile, Mûsâ (a.s.) Şuayb’ın kızıyla, Süleyman (a.s.) Belkıs ile ve Resûlullâh da Hâtice ve Âişe ile cuma günü nikâhlandılar” buyurdu. Abdullâh İbn-i Mes’ud (r.a.)’den rivâyet olunduğuna göre şöyle demişdir: “Kim cuma günü tırnaklarını keserse, Allâhü Teâlâ ondan dertleri çıkarır, yerine şifâ koyar.” (Ruhu’l Beyân, c.2, s.6) (Hz. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.), Yunus ve Hud Sûreleri Tefsiri, s.9-10)
Tue, 10 Sep 2024 - 02min - 1767 - KISÂSTA HAYAT VARDIR - 09 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İslâm Hukuku, ceza hukuku adına dinin, canın, malın, neslin ve ırzın muhafazasına önem vermiş, bunlar hakkında Allâh (c.c.)’un koymuş olduğu sınırların aşılmaması istenmiş, suça teşvik edici unsurları ortadan kaldırarak suç işlenmesini önlemeye çalışmış fakat yine de suç işlenmişse cezâi müeyyideleri uygulamaya koymuştur. İşte bu nedenle İslâm, insan canına kasden kıyma suçuna karşılık kısâs cezâsını Kur’an-ı Kerim’de şöyle tayin etmiştir: “Ey iman edenler! Öldürülen kimselerin hakkını almak için size kısâs farz kılındı. Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile kısâs olunur. Ama kim, maktûlün velisi tarafından affedilirse kısâs düşer. Bundan sonra, diyeti ona güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gerekir. Bu esneklik Rabbiniz tarafından bir kolaylık ve lütuftur. Artık kim bundan sonra karşıdakinin hakkına tecavüz ederse, ona son derece acı bir azap vardır. Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Böylece korunmayı umabilirsiniz.” (Bakara s. 178-179) Ebussuûd Efendi, kısâsta hayat olmasıyla ilgili olarak dört farklı yorumda bulunmuştur. Birincisinde; kısâsın hayat olması, caydırıcı olmasında ve kendisine kısâs cezası uygulanacağını bilen insanın katle kolaylıkla cüret edemeyeceği, ikincisinde; cahiliye döneminde bir insana karşılık birçok insanın öldürüldüğünü, buna binâen kabile savaşlarının başladığını, kısâsla birlikte birçok insan hayatının kurtarılmış olduğunu, üçüncüsünde; hayattan muradın ahiret olduğunu, dolayısıyla dünyada kendisine kısâs yapılan kişinin katlinden dolayı ahirette mesul tutulmayacağını, dördüncü yorumunda ise; “kısâs” kelimesini “kasas” şeklinde okuyanların da olduğunu, bu kıraate göre ise ayetin manasının, “katlin hükmü konusunda size nakledilenlerde veya Kur’an’da hayat vardır” manasında anlaşılabileceği yorumlarında bulunmuştur. (Ebussuud Efendi, İrşad-ı Akl-ı Selim Tefsiri, s.237)
Mon, 09 Sep 2024 - 02min - 1766 - DÜNYANIN YÜZ KARASI: FRANSA - 08 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Koloniler kurarak özellikle Afrika’daki sömürgelerinde büyük insan hakları ihlâlleri yapan Fransa’nın tarihindeki katliamlar, uluslararası kamuoyunun vicdanını rahatsız etmeye devam ediyor. Fransa, 1524’te başlattığı sömürgecilik faaliyetleriyle Afrika’nın batısında ve kuzeyinde 20’den fazla ülkenin bütün kaynaklarını sömürdü. Afrika’nın yüzde 35’i, 300 yıl boyunca Fransa’nın kontrolünde kaldı. Senegal, Fildişi Sahili ve Benin gibi ülkeler o yıllarda Fransa’nın köle ticaret merkezleri olarak kullanıldı ve bölgedeki tüm kaynaklar sömürüldü. Bölgede 5 asır süren kolonyal dönemde ve özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsızlık mücadelesine girişen ülkelerde bu ayaklanmalar şiddetle bastırıldı ve 2 milyondan fazla Afrikalı öldürüldü İkinci Dünya Savaşı bitmeden kısa zaman önce bağımsızlık vaadiyle Fransa saflarında savaşan Cezayirlilerin başlattığı gösterilerde binlerce Cezayirli, Fransız askerleri tarafından öldürüldü. Tarihe “8 Mayıs 1945 Setif ve Guelma” katliamı olarak geçen olaylardan Cezayir’in bağımsızlığını kazandığı 1962’ye kadar şiddet olayları sistematik şekilde devam etti. Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda 1 milyon kişi Fransızlar yüzünden hayatını kaybetti. Fransa’nın, 1830’dan beri Cezayir toplumunu kültürel anlamda da bir soykırımla baş başa bıraktığı biliniyor. Tarihin en büyük soykırımını yaptılar. Fransa siyasi nüfuz sahibi olduğu ülkelerde de büyük insan hakları ihlâlleri gerçekleştirdi. İnsanlık tarihinin en büyük soykırımlarından kabul edilen, 800 bin kişinin öldüğü 1994 Ruanda soykırımında da Fransa’nın rolü olduğu ortaya çıktı. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998’de verdiği mülakâtta, “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil.” ifadesini kullandı. Fransa, bu soykırım belgelerine de erişimi engelliyor. (Gerçek Hayat, Nisan 2019)
Sun, 08 Sep 2024 - 02min - 1765 - ZEKÂT ANCAK HAK SAHİPLERİNE VERİLİR - 07 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Zekât, ancak zekâtı hak eden, Allâhü Teâlâ’nın belirlediği kişilere verilir. Buna rağmen fakir de olsa veremeyeceği kimseler vardır. Kendilerine zekât verilmesi caiz olmayan kimseleri başlıca dört gruba ayırabiliriz. 1. Ana, baba, eş ve çocuklar: Bir kimse, kendi zekâtını fakir bulunan hanımına, usûl ve fürûuna, yani babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına veremez. Hatta hanımı boşanıp henüz iddet beklemekte bulunsa bile ona zekât veremez. Çünkü verdiği zekâtın menfaati kısmen kendisine ait bulunmuş olur. Hâlbuki verilen zekâttan menfaat elde etme tamamen kesilmiş bulunması lazımdır. İmâm Ebû Hanife (r.a.)’e göre; kadın da zekâtını fakir bulunan kocasına veremez. 2. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in yakınları: Yani Haşimoğulları ile onların azatlılarına zekât verilemeyeceği gibi öşür, adak, keffaret gibi diğer vacip sadakalar da verilemez. Zekât ve benzerleri, insanların mallarını yıkamış olan su sayılır. Haşimoğulları’nın kadir ve şerefi ise, bunu kabulden yücedir. Kendilerine yalnız nafile ve ihsân yoluyla sadaka verilebilir. 3. Zenginler: Bununla kast edilen; temel ihtiyaçlarından başka nisab miktarı mala sahip olan kimseye, zengin sayılacağı için zekât verilemez. O mal, gerek nakitler ve ticaret eşyası gibi artıcı olsun ve gerek fazla ev eşyası gibi artıcı olmasın fark etmez. 4. Gayrimüslimler: Bununla kast edilen ehl-i kitap olsun olmasın müslüman olmayan herbir kimsedir. Şu halde zekât, gayrimüslimlere verilemez. Çünkü zekât, müslüman olan fakirlerin hakkıdır. Bununla beraber gayrimüslimler de farz olan zekât vazifesiyle mükellef değillerdir. Zira zekât müslümanlara ait, sosyal ve dini bir vazifedir. Ancak nafile cinsinden olan sadakalar, gayrimüslim vatandaşlara da verilebilir. Bunda ittifâk vardır. (Suâlli Cevaplı İslâm Fıkhı, c.3, s.6-297)
Sat, 07 Sep 2024 - 02min - 1764 - RESÛLULÂH (S.A.V.)’İN EBU EYYUB (R.A.)’İN EVİNİ ŞEREFLENDİRMELERİ - 06 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Resûlullâh (s.a.v.) Medine’ye gelince devenin yularını boynunun üstüne bırakmıştı. Kendisi onu hiç tahrik etmiyordu. Deve Ebû Eyyub Ensarî (r.a.) Hazretlerinin evinin önüne çöktü. Resûlullâh (s.a.v.) de devenin üstünde duruyordu. Oradan yine kalkıp gitti, evvelki yerine çöktü ve bir ses çıkardı. Ondan sonra Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz üstünden indi ve: “Allâh dilerse konağımız burasıdır” dedi. Rivayet olunur ki, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Ebû Eyyub Hazretlerinin evlerine girdiği zaman yer evine konmayı ihtiyar etti. Onun üstünde olan çardağı istemedi. Ebu Eyyub (r.a.) hâtûnuna dedi ki: “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in aşağıda olması ona lâyık değildir. O (s.a.v.)’e Cebrâil (a.s.) gelir ve Kur’an nâzil olur, O (s.a.v.)’in yukarıda olması gerekir.” Velhasıl o gece kendisi ve hanımı ıstıraptan yatmadılar. Sonunda söylediler. Efendimiz (s.a.v.)’i yukarı çıkardılar, kendileri aşağı indi. Rivayete göre Ebû Eyyub (r.a.)’in evini eski zamanlarda Yemen padişahlarından biri Medine’ye geldiği zaman Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz için yapmıştı. Onun için Peygamberimiz (s.a.v.) Medine’yi şereflendirdiklerinde oraya konmuştu. O padişah Medine-i Münevvere’ye geldi. Orada bir ev yaptı ve âlimlerden dört yüz kişiyi bıraktı. Alimlerin reisinin eline bir mektup verip tenbih etti ki: “Ben bu evi Resûlullâh (s.a.v.) Hazretleri için yaptım. Zuhur edip bu diyara geldiği zaman evi teslim edip bu mektubu da ona ulaştırasınız” dedi. Ondan sonra günlerin geçmesiyle ev elden ele düştü. Nihavet Ebû Eyyub Hazretlerinin tasarrufunda iken Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri gelip saadetle kondu. Ebû Eyyub (r.a.), o âlimlerin reisinin evlâdından idi. Ensar topluluğu da orada kalan âlimlerin neslinden idiler. Sonradan Kâinatın Efendisi (s.a.v.)’in şerefli hizmetine yetişip nusretler ettiler. (İmâm Kastalâni, Mevahib-ü Ledünniye, s.103-104)
Fri, 06 Sep 2024 - 02min - 1763 - FAZÎLETİ ÇOK,YAPMASI KOLAY, YAPANI AZ OLAN DUALAR - 05 EYLÜL 2024- MEVLANA TAKVİMİ
Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İki zikir vardır ki bunları devamlı yapan Müslüman, mutlaka cennete girer. Esasen bunları yapmak kolaydır fakat yapanlar pek azdır. Birinci zikir şudur: Biriniz her farz namazdan sonra on defa sübhânallâh, on defa elhâmdülillâh, on defa Allâhü ekber derse; bunların beş vakitte dildeki sayısı 150, fakat Mîzan’daki sayısı 1500’dür. İkinci zikir şudur: Bir kimse yatağına girdiği zaman otuz dört defa Allâhü ekber, otuz üç defa elhamdülillâh, otuz üç defa sübhânallâh derse, bunların dildeki sayısı 100, fakat Mîzan’daki sayısı 1.000’dir.” Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs şöyle dedi: “Resûlullah (s.a.v.)’in bu zikirleri parmaklarıyla saydığını gördüm.” Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.): “Yâ Resûlallâh! “Bunları yapmak kolaydır, fakat yapan pek azdır.” buyurdunuz. Neden azdır?” diye sordular. Allâh’ın Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Biriniz uyuyacağı zaman şeytân yanına gelir ve o bu zikirleri söylemeden onu uyutur. Yine biriniz namaz kılarken şeytân yanına gelir ve ona yapacağı işleri hatırlatır. O da bu zikirleri yapmaz.” Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) namazını bitirince, selâm vermeden önce mi yoksa sonra mı bilemiyorum, şöyle derdi: “Sübhâne Râbbike Râbbil izzeti ammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn velhâmdülillâhi Râbbil âlemin (İzzet sahibi Râbbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Selâm olsun peygamber olarak gönderilenlere. Ve hâmd olsun âlemlerin Râbbi olan Allâh’a.) (İmâm Nevevî, el-Ezkâr, c.1, s.207-210)
Thu, 05 Sep 2024 - 02min - 1762 - RESÛLULLÂH (S.A.V.)’İN DOĞUMU - 04 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Osman b. Âs (r.a.)’in annesi Fâtıma-i Sakîfe (r.anhâ) anatıyor: “Ben o gece Hz. Âmine’nin yanındaydım. Yeryüzünde benzeri görülmemiş bir güzellik ortaya çıkarak gökteki bir yıldız dünyanın dört bir yanına ışıklar saçtı. Oda içinde birçok meşale yandı zannettim. Çünkü o saadet yıldızı, koca bir nur ile doğdu. Amine’den bütün âleme bir nur yükseldi ki yerle gök arasında nurdan başka bir şey görünmedi. O gece Hz. Âmine’nin gözünün önünden perde kalkmış ve yeryüzünde üç sancak görmüş ve bu sancaklar yeryüzünün tamamını aydınlatmıştı. Biri doğuya, diğeri batıya, bir diğeri de Kâbe-i Muazzama’ya dikilmiş. Âlemin ışığı Hz. Peygamber (s.a.v.), gün gibi doğup yeryüzü seccadesine alnını koyduktan sonra mübarek iki elini kaldırmış ve duâ etmiştir. Bunu Hz. Âmine görmüş ve nakletmiştir. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, varlık âlemini süsleyince, birinin elinde gümüş bir ibrik, yanındakinin elinde zümrüt renkli dört köşe bir leğen, bir diğerinin elinde bir top beyaz kumaş olmak üzere güzel yüzlü üç kişi peyda oldu. Elinde leğen olan, “Bu leğenin dört köşesi, dünyanın dört bucağıdır. Ey Allâh’ın Habibi (s.a.v.), hangi yeri istersen işaret buyur” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.), mübarek elini leğenin ortasına koydu. Böylelikle gizli perdenin gerisinden Hz. Peygamber (s.a.v.) Kâbeyi seçince, “Biz de Kabe’yi ona mesken kıldık” şeklinde bir ses duyuldu. Daha sonra elinde leğen olan güzel yüzlü zat, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in bedenini leğenin içine koydu. Yanındaki ibrik taşıyan kişi de su döktü. Yedi defa yıkadıktan sonra elinde kumaş olan arkadaşlarına verdiler. O kişi, şeref beşiğindeki nazik Efendimiz (s.a.v.)’i beyaz renkli kumaşla sararak bir saat kadar kucağında tuttu. Aklın anlayamayacağı bir takım garip sözler söyledikten sonra, “Ey Muhammed, müjde olsun ki peygamberlerin ilim hazineleri size ihsân edildi; fetih ve zafer anahtarları da sizin sağlam ellerinize verildi. İnsanların kalpleri sizin heybetiniz ve büyüklüğünüzden dolayı korku ve çekingenlikle dolmuştur” diyerek kayboldular. (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.45-46)
Wed, 04 Sep 2024 - 02min - 1761 - PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’İN HARMELE (R.A.)’E TAVSİYESİ - 03 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den Harmele bin Abdullâh (r.a.)’in anlattığına göre, o bir gün kendi kafilesinden ayrılıp Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in yanına geldi. Daha önce de kendisinin yanına gelip gittiği için Allâh’ın Elçisi (s.a.v.) onu tanıdı. Bundan sonrasını Harmele (r.a.) şöyle anlattı: “Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz kalkıp gidince kendi kendime: “Vallahi” dedim. “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den ilim öğrenmek için onun yanına geleceğim.” Öyle de yaptım. Yürüyerek Peygamber (s.a.v.)’in huzûruna geldim ve kendisine: “Yâ Resûlallâh! Bana ne yapmamı emredersin?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Ey Harmele! İyilik yap, kötülük yapmaktan sakın!” Sonra oradan ayrılıp kafilemin yanına döndüm. Daha sonra tekrar Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in yanına geldim; ona daha yakın bir yere oturdum. Yine kendisine: “Yâ Resûlallâh! Bana ne yapmamı emredersin?” diye sordum. Şöyle buyurdu: “Ey Harmele! İyilik yap, kötülük yapmaktan sakın! İnsanların yanından ayrılıp gittiğin zaman, onların senin hakkında ne söylemelerini duymaktan memnun olacaksan, onu yap! İnsanların yanından ayrılıp gittiğin zaman, onların senin hakkında ne söylemelerini istemezsen, onu da yapmaktan sakın!” Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in yanından ayrılıp kafilemin yanına dönünce düşündüm. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in bu tavsiyesi, her şeyi içine alan son derece kapsamlı bir sözdü.” Bu hadîs-i şerîf, onu bize nakleden Harmele (r.a.)’in dediği gibi, her şeyi içine alan çok hikmetli bir sözdür. Buna göre biz, insanların yanından ayrılıp gidince, onların bizim hakkımızda ne söylemelerini duymak istersek, onu yapmalıyız. İnsanların bizim arkamızdan, hakkımızda ne söylemelerini duymak istemezsek, onu yapmaktan da kaçınmalıyız. (İmâm Buhârî, Edebü’l-Müfred, c.1, s.251-252)
Tue, 03 Sep 2024 - 02min - 1760 - NAMAZ KILMAYANIN HÜKMÜ NEDİR? - 02 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Namaz gibi önemli bir ibâdeti müslüman olanın yerine getirmemesi düşünülemez. Hatta o kadar ki sadece baş işareti (imâ) yapabilecek olan bir hastanın dahi namazı terk etmesine ruhsat verilmemiştir. Namaz, bu önemine rağmen terkedilecek olursa onu terk eden hem dünyada hem de ahirette cezalandırılır. Namaz kılmayanların ahirette ki cezalarına ilişkin olarak Allâhü Teâlâ şöyle buyuruyor; “Onlar cennetlerdedirler. Birbirlerine suçlular hakkında sorular sorarlar ve dönüp onlara şöyle derler: “Sizi Sekar’a (cehenneme) ne soktu?” Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik.” (Müddessir s. 40-43) “Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azâba çarptırılacaklardır.” (Meryem s. 59) Namazı terk etmenin dünyadaki cezasına gelince; Hanefi fakihlerine göre; namazın farz bir ibâdet olduğunu kabul ettiği halde, onu sırf tembelliği veya umursamazlığından terk eden kişinin cezası; hapsedilmesi ve namaz kılıncaya kadar dövülmesidir. Bu durumda ya tövbe edip namazını kılar, ya da hapishanede ölür. Orucu terk edenin cezası da budur. Hanefilere göre, diğer üç mezhebin aksine, müslüman, namaz kılmadığından dolayı öldürülmez. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allâh (c.c.)’dan başka ilâh olmadığına ve benim Allâh Resûlü olduğuma şahadet eden müslüman bir kimsenin kanı (öldürülmesi) asla helâl değildir. Ancak üç şeyden dolayı helâldir; dul kadının zinası, cana karşı can, dini terk edip cemaatten (İslâm’dan) ayrılmak.” (Suâlli-Cevâplı İslâm Fıkhı, c.2, s.9-11)
Mon, 02 Sep 2024 - 02min - 1759 - TASAVVUF YOLCULUĞU - 01 EYLÜL 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Şeyh İmâm Gazâlî (r.âleyh) Hazretleri, “Minhâcü’l-Âbidîn” isimli kitabında şunları zikretmiştir: “Hiç şüphesiz, hâmd ve şükür, umduklarına kavuşup; istediklerini elde etmek isteyen, sâliklerin geçmeleri gereken yedi geçidin en sonuncusudur. Bir kişinin geçmesi gereken yedi geçit şunlardır: 1. İlim ve marifet geçidi 2. Tevbe geçidi. 3. Tuzaklar ve engeller geçidi: Dünya, halk, Şeytân ve nefis. 4. Dört büyük özürler geçidi: Dünyadan tecrid, insanlardan uzaklaşmak, Şeytânla mücâdele ve nefsi kahretmek. 5. İbâdette teşvik eden duygular geçidi. 6. İbâdetleri helâk eden geçidi. 7. Şükür ve hâmd geçidi. Kulun ibâdet yolunda ilerlemek ve seyr-ü sülûk için harekete geçeceği ilk şey, semavi bir ilhâm ve hususî ilâhî bir tevfik (başarı) ile ibâdet yolunda ilerlemektir. Buna da Şeriat’ın sahibi Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, şu hadis-i şerifiyle işaret buyurmuştur: “Muhakkâk nur mü’min’in kalbine girdiği zaman, kalbi açılır ve inşirâh eder (sevinç ve ferahlık duyar).” ”Ya ResûlAllâh! Bunun belirli alâmeti var mıdır?” diye soruldu. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri: “Aldatıcı dünya hayatından uzak durmak, ebedi dünyaya yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır” buyurdu. (İsmail Hâkkı Bursevi, Rûhu’l-Beyân Tefsiri, c.1, s.51-52) ASHAB-I KİRAM (R.A.)’IN ABDESTLERİ NASILDI? Hz. Osman (r.a.)’in azatlısı Humrân b. Ebân (r.a.), onu abdest alırken gördüğünü ifade ederek şöyle anlatmaktadır: “Önce bir kap su istedi ve ellerine üç defa su döküp onları yıkadı, sonra sağ eliyle kaba daldırarak aldığı su ile ağzını çalkaladı, burnuna su verip dışarı attı, sonra üç defa yüzünü yıkadı, sonra dirseklere kadar üç defa kollarını yıkadı, sonra başını mesh etti, sonra ayaklarını topuklarına kadar üçer defa yıkadı, ondan sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisini nakletti: “Kim benim abdest aldığım gibi abdest alır da kendisini tamamen Allâh (c.c.)’a vererek iki rekât namaz kılarsa, Allâh onun geçmiş günâhlarını affeder.” (Eşref Ali et-Tehânevî, Hadislerle Hanefi Fıkhı, c.1, s.17)
Sun, 01 Sep 2024 - 03min - 1758 - OSMANLI’DA TEMİZLİK - 31 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Batılı seyyahların yazdıkları eserler, “Müslümanlar temiz olur!” sözünün en güzel ispatlarından biridir. “Osmanlılar, yıkanıp temizlenmeyi hiçbir zaman ihmâl etmez! Takâtten düşse bile çocukları, uşakları veya hanımı vasıtasıyla yıkanıp temizlenir. Öldüğü zaman cenazesi bile şeriat ahkâmına göre yıkanıp temizlenmeden tabutuna konulmaz. Oysa Avrupalılar, hastalandıklarında, takâtten düştüklerinde, temizlik kaygısını umumiyetle unutuverirler.” (Fransız A. Brayer) “Müslümanlar temizliğe çok bağlıdırlar ve hayatlarının büyük bölümünü yıkanarak geçirirler. Halka açık hamamın bulunmadığı tek bir köy bile yoktur. Hem vücutlarını tertemiz tutmak hem sıhhatlerini idâme etmek için Türkler hamama çok giderler.” (Fransız Jean de Thevenot) “İspanya’da ömrü boyunca iki kere yıkanmış hiçbir kadın ve erkek göremezsiniz. Türkler ise sık sık yıkanırlar. Türk hamamlarında bol su harcanır. Dünyada İstanbul kadar çeşmesi olan hiçbir şehir yoktur. Her sokakta muhakkâk bir çeşmeye rastlanır.” (İspanyol Pedro) “Türk evlerinde temizlik azamî derecededir. Döşeme tahtaları, halılar ve Mısır hasırlarıyla kaplıdır. Ayakkabıların merdiven önünde bırakılması âdettir. Bu yüzden odalarda, sofalarda çamurlara ve ayak izlerine pek nadir tesadüf edildiği halde, bütün evlerde döşeme tahtaları her hafta muntazaman silinir.” (İngiliz Thomas Thornton) “Türkler, Avrupa’da ekseriyetle tesadüf edildiği gibi, insanların yemek yedikleri yahut yıkanıp temizlendikten sonra tekrar yiyecekleri kaplarda köpeklerin yemesine müsaade etmezdiler.” (Fransız Josephus Grelot) “Türklerin mutfakları çok temizdir. Gerek sofra takımları gerekse yemekleri azamî nispette tertemizdir. Türkiye’de sofradan kalkılır kalkılmaz mutlaka ellerle ağızlar yıkanır.” (Fransız Jean Baptiste Tavernier) “Elleri, yüzleri ve ayakları dinlerinin bir gereği olarak daima temizdir. Sokak kirliliğinin oldukça az olduğu ve insanı rahatsız etmediği bir Avrupa ülkesi daha görmedim. Bir Türk’ün Fransa, İtalya ve Almanya’dakinin aksine sokağa tükürdüğüne hiç rastlamadım.” (İngiliz Charles Fellows)
Sat, 31 Aug 2024 - 02min - 1757 - FAİZ YİYENLER KIYÂMET GÜNÜNDE DELİ OLARAK DİRİLTİLECEKLER - 30 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Riba (faiz) yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer mecnundan başka bir halde kabirlerinden kalkmazlar. Böyle olması da onların “alım satım da ancak riba gibidir” demelerindendir. Hâlbuki Allâh alışverişi helâl, ribayı haram kılmıştır.” (Bakara s. 275) Yâni, fâiz yiyenler, Allâh (c.c.)’un haram kıldığını helâl saymalarından dolayı, halk kabirlerinden süratle kalkıp mahşer yerine doğru yol aldıklarında, o tefeciler, kendilerini cin çarpmışçasına her kalkmak istediklerinde sendeleyerek yere yıkılacaklar. Çünkü faizle karınlarını doldurmuşlardı. Bu ağırlıklar kalkmalarına engel olacak, insanlar koşarak mahşer yönüne doğru giderlerken onlar tökezleyip sürüneceklerdir. Katade (r.a.): “Faiz yiyen, kıyâmet gününde deli olarak diriltilecek. Bunun böyle olması diğer insanlar onun tefeci olduğunu bilmeleri içindir” buyurmuştur. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in şöyle anlattığı rivâyet olunmuştur: “Mirac gecesi bir topluluk gördüm, her bir adamın karnı kocaman bir ev gibi öne doğru çıkmış bir halde Firavun hanedanının yolları üzerinde dizilmişlerdi. Firavun hanedanı ise akşam sabah cehenneme arz olunurlar. (Peygamberimiz (s.a.v.) devamla): Firavun hanedanının ne işiten, ne de laf anlayan ürkmüş develer gibi sağa sola koşuştuklarını, bu adamlar hissettiklerinden yollarından çekilmek istiyorlardı. Fakat karınlarının aşırı derecede büyüklüğü buna imkan vermiyordu. Firavun hanedanı onları da kendi içlerine katarak ateşe doğru hem giderken hem de dönerken birlikte azâb olunuyorlardı. İşte bu adamların dünya ile âhiret arasında bir geçit yeri olan kabirdeki azâbları bu idi. Cebrail’e: “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. Cebrail: “Bunlar faiz yiyenlerdir, kabirlerinden şeytan çarpmışcasma kalkacaklardır” cevabını verdi.” (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar, s.63-64)
Fri, 30 Aug 2024 - 02min - 1756 - DÖRT HAKK MEZHEBİN BİRİNE UYMAK GEREKİR - 29 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Halîfe Hârûn Reşîd, İmâm-ı Mâlik (r.a.)’in Muvatta’ını Kâbe-i Muazzama’ya asdırıp bütün müslümanların onunla amel etmesini isteyince, İmâm-ı Mâlik (r.a.) buna razı olmayarak: “Ey Müminlerin Emiri, bunu istemeyiniz! Çünkü Resûllullah (s.a.v.)’in Ashâbı (r.a.e.) bazı fürûa ait meselelerde ihtilaf ile çeşitli ülke ve beldelere dağılmışlardır. Âlimlerin ihtilaf etmesi ise bu ümmet için Allâh (c.c.)’nün büyük bir rahmetidir. Herbiri kendince sabit olan delil ile amel ettiğinden, doğrudan payını almış ve hidâyet nuruna mazhar olmuştur.” Bunun üzerine Hârûn Reşîd: “Ey Abdullah’ın babası! Allâhü Teâlâ seni bütün işlerinde başarılı kılsın.” diye duâ ederek memnuniyetini belirtmiştir. Bundan önce Halîfe Mansûr, Mâlikî mezhebiyle ilgili kitaplardan birer nüshayı her bölgeye göndererek bunlarla amel edilmesini zorunlu tutmuştu. O zaman da İmâm-ı Mâlik (r.a.) buna rızâ göstermeyerek: “İnsanlara önceden çok çeşitli sözler ulaştı, pek çok hadis işittiler ve çeşitli rivâyetlerde bulundular. Bundan dolayı her bölgenin ahalisi farklılıkların arasından kendi istekleriyle oluşturup uymakta oldukları mezheplere göre hayatlarını sürdürmeleri onlar için daha hayırlıdır, bu konuda müdahaleye hakkımız yoktur” demiştir. Müctehit imamların herbiri, İslâm âlimlerinin çoğunluğu katında tanınan ve bilinen büyük imâmlar olduklarından, herbirinin mezhebine uymak, kurtuluş ve selâmet için bir merdiven, sağlam bir yol ise de dört imâmın dışındakilerin bağlıları yok olup gitmişler, bunlar kadar yaygınlık kazanmamışlardır. Mezheplerinin görüşleri sistemli olarak eserlerle ortaya konmadığı için de bu çağda onlara bağlanma ve taklit etme imkânı kalmamıştır. Yalnızca mevcut olan dört mezhebin birine uymak gerekir. (İbn Hacer el-Heytemî, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.) Hayatından Rabbânî Esintiler, s.75-82)
Thu, 29 Aug 2024 - 02min - 1755 - SAFER AYININ İLK VE SON ÇARŞAMBA GÜNÜNDE OKUNACAK DUÂ (SELÂM ÂYETLERİ) - 28 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
E‘ûzü bi’llâhi mine’ş- şeytâni’r- racîm. Bi-smi’llâhi’r- rahmâni’r- rahîm. Selâmün ‘aleyküm ketebe rabbüküm ‘alâ nefsihi’r-rahmeh. Selâmün aleyküm bi mâ-sabertüm feni‘me ‘ukbe’d-dâr. Selâmün aleykümü’dhulû’l- cennete bi mâ-küntüm ta‘melûn. Ve selâmün ‘aleyhi yevme vülide ve yevme yemûtü ve yevme yüb‘asü hayyen. Ve’s-selâmü ‘aleyye yevme vülidtü ve yevme emûtü ve yevme üb‘asü hayyen. Selâmün ‘aleyke se-estağfiru leke rabbî innehû kâne bî hafiyyen. Ve’s-selâmü ‘alâ meni’t-tebe‘a’l-hüdâ. Ve selâmün ‘alâ îbâdihî’l-lezîne’stafâ Selâmün ‘aleyküm lâ-nebteği’l-câhilîn. Selâmün kavlen min rabbi’r- rahîm. Selâmün ‘alâ Nûhin fi’l-‘âlemîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ibâdine’l-Mü’minîn. Selâmün ‘alâ İbrâhîm, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ibâdine’l-Mü’minîn. Selâmün ‘alâ Mûsâ ve Hârûn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehümâ min ‘ıbâdine’l-Mü’minîn. Selâmün ‘alâ İlyâsîn, innâ kezâlike neczi’l-muhsinîn, innehû min ‘ibâdine’l-Mü’minîn. Ve selâmün ‘ale’l-mürselîn. Selâmün ‘aleyküm tıbtüm fe’dhulûhâ hâlidîn. Selâmün hiye hattâ matla‘i’l-fecr. SAFER AYI DUÂSI “Allâhümme bârik fî şehri’s-saferi va’htim le-nâ bi’s-sa‘âdeti ve’z-zafer.” (Ömer Muhammed Öztürk, Misvâk Neşriyât, İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.33-36)
Wed, 28 Aug 2024 - 02min - 1754 - SAFER AYI NAMÂZI VE DUÂLARI - 27 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Safer ayının ilk ve son çarşamba gecesi, gece yarısından sonra yeryüzüne inecek belâlardan Allâh (c.c.)’un izniyle korunmak için imsâkten önce dört rek‘at nâfile namâzı kılıp Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre olarak, birinci rek‘atte 17 “Kevser”; ikinci rek‘atte 5 “İhlâs”; üçüncü rek‘atte 1 “Felâk”; dördüncü rek‘atte 1 “Nâs” sûrelerini okuyup selâmdan sonra duâ edilecektir. Safer’in son çarşambasının gecesi veyâ gündüzü iki rek‘at namâz kılıp birinci ve ikinci rek‘atte Fâtiha’dan sonra 11’er “İhlâs” okunacak. Namâzdan sonra 7 def‘a istiğfâr edilecek ve el kaldırıp 11 def‘a Salât-ı Münciye ve sonlarında “inneke ‘alâ külli şey’in kadîr” okunacaktır. Bu duâlarda, “Allâhü Te‘âlâ’nın, kendimizi, âile fertlerimizi ve bütün Mü’minleri gökten inen, yerden gelen ve bütün belâlardan muhâfaza buyurması” için niyâz edilecektir. Yine Safer ayının son çarşamba gecesi veya gündüzü iki rek’ât namaz kılınıp, birinci rek’atta Fâtihâ’dan sonra 7 “Kadir” , ikinci rek’atta Fâtihâ’dan sonra 5 “Kevser” okunacaktır. SALÂT-I MÜNCİYE: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed. Salâten tüncînâ bihâ min cemî‘il ahvâl-i vel-‘âfât ve takdî lenâ bihâ cemî‘al hâcât ve tütahhirünâ bihâ min cemî‘i’s-seyyiât ve terfe‘ûnâ bihâ a‘le’d-derecât ve tübelliğunâ bihâ aksal-gâyât min cemî‘i’l-hayrâti fi’l-hayâti ve ba‘de’l-memât.” SAFER AYININ İLK VE SON ÇARŞAMBA GÜNÜNDE OKUNACAK DUÂ: ”Bi’smi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm “Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve nebiyyike ve resûlike ve alâ âlihî ve bârik ve sellim. Alâhümme innî e’ûzü bike min şerri hâze’l yevmi ve min külli şirretin ve belâin ve beliyyetin-i’lletî fîhi ve yekûnü fî ‘ilmike yâ Dehru, yâ Deyhâru, yâ Keynânü, yâ Keynûnü, yâ Evvelü, yâ Ebedü, yâ Mübdiü, yâ Mu’îdü, yâ Ze’l-celâli ve ikrâm. Yâ Ze’l-arşi’l mecîdi ente tef’alü mâ türîdü. Allâhümma’hrüsnî bi-aynike’lletî lâ-tenâmü fî nefsî ve mâlî ve evlâdî ve dînî ve dünyâye’lletî’btelânî bi-suhbetihim bi-hurmeti’l ebrâri ve’l- ahyâri bi-rahmetike yâ Azîzü, yâ Ğaffâru, yâ Kerîmü, yâ Settâru, bi-rahmetike yâ Erhame’r Râhimîn. Allâhümme şedîdü’l kuvâ yâ Şedîdü, yâ Azîzü, yâ Kerîmü, yâ Kebîru, yâ Müteâlü! Zelleltü biızzetike, cemî’ı halkike yâ Muhsinü, yâ Mücmilü, yâ Mütefaddilü, yâ Mün’imü, yâ Mükrimü lâilâhe illâ ente. Allâhümme yâ Latîfü letafte bihalki’s semâvâti ve’l-ardı ültuf binâ fî kadâike ve âfinâ min belâike ve lâ-havle ve lâ- kuvvete illâ bike bi-rahmetike yâ Erhame’r Râhimîne. Hasbüna’llâhü ve ni’mel vekîl lâhavle ve lâ-kuvvete illâ bi’llâhi’l Alîyyi’l Azîm. Ve sallallâhu alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.” (Ömer Muhammed Öztürk, Misvâk Neşriyât, İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.31-35)
Tue, 27 Aug 2024 - 04min - 1753 - MÜSLÜMANIN TIRNAK UZATMASI CAİZ MİDİR? - 26 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İslâm dini temizlik dinidir ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in “Temizlik imandandır” hadisi şerifi ile buna vurgu yapmaktadır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde, fıtrattan olan beş temizlikten birinin tırnakların kesilmesi olduğunu belirtmiştir. Kadın olsun erkek olsun tırnakları her ne sebeple olursa olsun uzatmak İslâm’ın fıtratından olan temizliği terk etmek olduğundan mekruhtur. Tırnakları kesmekte ihmalkârlık etmek caiz değildir. Benî Gaffar kabilesinden bir adamdan rivayete göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Etek tıraşı olmayan, tırnaklarını kesmeyen ve bıyıklarını kısaltmayan bizden değildir.” buyurmuşlardır. Ebu Eyyüb el-Ensari (r.a.)’den rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Nasıl oluyor da, sizden biriniz gök haberlerinden soruyor? Halbuki o, tırnaklarını kuşların tırnakları gibi uzun bırakıyor, kesmiyor da, tırnaklarında cenâbetlik, kir ve pislik toplanıyor, birikiyor!” buyurmakla tırnak kesmenin önemini belirtmişlerdir. İbn-i Abidin (r.âleyh) şöyle der: “Bir kimse tırnaklarını, dikkatsizlik ve ihmâl yüzünden vaktinde kesmeyerek uzatırsa, o kimse geçinmek hususunda rızık darlığına düşer. Feyiz ve bereketten mahrum kalır.” Asrımızda müslümanım diyen bazıları maalesef kâfirlere özenerek onlar gibi tırnaklarını uzatmaktadırlar. Abdest ve gusül esnasında suyun tırnak altlarına, uzayan kısmın altına ulaşması şarttır. Pislik dolu olduğu için buralara su ulaşmazsa temizlik olmaz. Güzellik niyetiyle, temiz tutulsa da tırnak uzatmak yanlıştır. Aynı zamanda Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine aykırıdır. Uzatılan ve ojelenen tırnaklar, fıtrata yani insanın yaratılışına aykırıdır. Ayrıca ojeli tırnaklar abdeste ve gusle manidir. (www.mevlanatakvimi.com)
Mon, 26 Aug 2024 - 02min - 1752 - PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN DOĞUMUNDA PUTLARIN DEVRİLMESİ VE İBLİSİN FERYADI - 25 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Peygamberimiz (s.a.v.) gönderildiği zaman, Sâsânî sarayında oturmakta olan Kisrâ sabah uyanınca, saray takının kırıldığı ve Dicle’nin korkunç bir şekilde taştığını görmüş. Bundan endişelenerek kâhinleri, müneccimleri ve sihirbazlarını toplayıp bu olayların neyin alâmeti olduğunu açıklamalarını istemiş. Halbuki onların o gün bütün ilimleri ile oyunları alınmış ve şaşırıp kalmışlardır. Zira o gece sahrada geceleyen birisi, Hicaz’dan bir ışığın çıktığını ve tâ doğuya kadar uzandığını görür ve bunun yorumunu: “Eğer şu gördüğüm doğru ise, Hicaz’dan bir sultan zuhur edecek ve doğuya mâlik olacaktır. Yeryüzü kendisinin önderliğinde büyük hayırlara ve bereketlere kavuşacaktır!” şeklinde yapar. Biraz sonra da kâhinlerin, müneccimlerin ve sihirbazların tutukluğu ve şaşkınlığı geçmiştir. Birbirine bakıp: “Herhalde farkındasınız, bize bu tutukluk, muhakkak semavî bir emir ve iş sebebiyle gelmiştir. Bu da ancak, gönderilmiş bir peygamber olabilir ve bu peygamber, şimdiki dini ve idareyi kırıp atacaktır!” Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayetle, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz gönderildiğinde bütün putlar devrilmiştir. Buna şaşıran şeytânlar, reisleri İblîs’e giderek durumu haber vermişler. İblîs, “bunun, gönderilmiş bulunan bir peygamber sebebiyle olduğunu” söylemiş. Şeytânlar O (s.a.v.)’i aramaya koyulmuşlarsa da bulamamışlar. İblîs bizzat kendisi aramaya çıkmış ve O (s.a.v.)’i Mekke’de bulmuştur. Şeytânlara hitaben: “Ben O’nu Mekke’de buldum, yanında Cibril de vardı” demiştir. Ebû Nuaym (r.âleyh) demiştir ki: “İblis korku ve dehşete kapılarak dört defa feryad etmiştir: Lânete uğradığında, arza indirildiğinde, Hz. Peygamber (s.a.v.), peygamber olarak gönderildiğinde, Fatiha Sûresi nazil olduğunda.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, s.190-191)
Sun, 25 Aug 2024 - 02min - 1751 - ANNE-BABAYA “ÜF!” BİLE DEME! - 24 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İslâm’da ana-baba hakları son derece önemli bir hadisedir. Hâkk Teâlâ hazretleri Kitâb-ı Kerim’inde: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibâdet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “üf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsrâ s. 23-24) buyurmaktadır. Burada Cenâb-ı Hâkk dünyadaki tüm insanların kullandığı ortak bir ünlem olan “üf!” ünlemini kullanmıştır. Sıkılmanın en aşağı derecesinin dile yansıyan hâli bu “üf!” ünlemidir. Yâni Hâkk Teâlâ hazretleri ana babaya karşı sıkılmanın en aşağı derecesi olan “üf!” ünlemini dâhi kullanmayı yasaklamıştır. Bir gün İbn-i Mes’ud (r.a.) Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e “Ya Resûlullâh, Allâh katında amellerin en hayırlısı hangisidir?” diye sordu. Nebi (s.a.v.) “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurdu. İbn-i Mes’ud (r.a.) “Sonra hangisi?” diye sorusunu devam ettirdi. Nebi (s.a.v.) “Anaya ve babaya itaat etmek.” buyurdu. İbn-i Mes’ud (r.a.) “Sonra hangisi?” diye sorusunu devam ettirdi. Nebi (s.a.v.) “Allâh (c.c.) yolunda cihâd etmektir.” buyurdu. Bir müslüman düz mantıkla düşünse cihadı ana ve babaya itaatten öne alabilir. Halbuki Cenâb-ı Hâkk ana ve babaya itaati cihaddan bile daha hayırlı bir iş olarak tasvir etmiştir. Onun için ana-baba hakkı bir müslümanın son derece dikkat etmesi geren önemli bir husustur. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s. 97-98)
Sat, 24 Aug 2024 - 02min - 1750 - ORGAN NAKLİ İLE İLGİLİ ÜRKÜTÜCÜ KEŞİF! - 23 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ürkütücü keşfin haberi, geçenlerde ABD›den geldi. Amerika Birleşik Devletleri›nde kemik iliği nakli yapılan kişinin sadece kanında değil, göğsü ve kılları hariç tüm bedeninde donörün (organ vericisinin) DNA’sı tespit edildi. Daha beteri… Alıcının sperminden alınan DNA da donöre ait çıktı.Anlayacağınız organ vermek Tıpkı sperm ve yumurta vermek gibi, nesebin de değişmesine neden oluyormuş. Buna facia denmezse ne denir? Felaket mi, afet mi? ABD’nin Nevada eyaletinde yaşayan Chris Long’a 2014 yılında Alman bir vericiden kemik iliği nakledilir. Adli tıp bölümünde çalışan mesai arkadaşları, bu operasyonun Long’un DNA’sını nasıl etkileyeceğini merak ederler ve düzenli olarak DNA örnekleri alınmaya başlar. Sadece 3 ay sonra Long’a ait kan DNA’sı, vericinin DNA’sına dönüşür. Nakledilen ilik, Long’un bütün genetik yapısını değiştirmektedir. Dördüncü yılın sonunda saç ve göğüs kılları hariç alıcının tüm DNA’sı değişmiştir. Sonunda en korkulan da olmuş; Long’un spermleri de vericinin DNA’sına dönüşmüştür. İki çocuk sahibi Long yapılan bir ameliyat sonucu artık çocuk sahibi olamayacaktır ama mesele sadece Long değildir. Sperm değiştiğine göre nakil sonrası doğacak çocuklar kimin çocuğu olacaktır? Alıcının mı, yoksa iliği verenin mi? Hadi buyurun, işin içinden çıkın da görelim! Allâh (c.c.)’un yaratma biçimi olan fıtratla oynarsanız, insanı kobay faresine çevirirseniz olacak bundan başkası değildir. Allah muhafaza! Kim bilir belki bu daha iyi günlerimizdir! Kimin anne, kimin baba; kim kimin çocuğu, kim kimin ebeveyni olduğunun bilinmediği karanlık bir çağ bizi bekliyor belki de!… Başkalarının spermlerini bankalardan alıp gebe kalanlar… Bedeni bozulmasın diye çocuğunu taşıyıcı anneye doğurtanlar… Rahim ve yumurtalık nakli yaptıranlar… Sahi, nereye gidiyoruz? (Kemal Özer, www.gercekhayat.com.tr)
Fri, 23 Aug 2024 - 02min - 1749 - İSLÂM AKİDESİNDE İNANILMASI ZORUNLU OLAN ANA MADDELER NELERDİR? - 22 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İslâm dininde inanılması zaruri olan yani İslâm akidesi dediğimiz konular, Amentüyle ifade edilen imân şartlarını toplamış olan metinde de geçtiği üzere altı ana maddeden ibarettir. 1. Allah (c.c.)’a inanmak, 2. Meleklere inanmak, 3. Kitaplara inanmak, 4. Peygamberlere inanmak, 5. Ahirete ve öldükten sonra diriltilmeye inanmak, 6. Kader; hayır ve şerrin yaratılış bakımından Allah (c.c.)’tan olduğuna inanmak. EHL-İ SÜNNET AKİDESİ DENİLİNCE NE ANLAMALIYIZ? Ehl-i Sünnet akidesi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) ve Selef-i Salihin’in inandığı gibi inanmak ve onların inançları üzere olmaktır. Yani Ehl-i Sünnet’in temel anlayışı Kuran-ı Kerim ve Hadîs-i Şerifleri Sahabe (r.a.e.) Efendilerimiz’in anladığı manada anlamaktır. Ehl-i Sünnet dışı diğer mezheplerin bazısı Kuran-ı Kerim’i anlamak için sırf aklı esas alırken, diğer bazıları âlemin yaratılışı dâhil birçok mevzuda Kuran-ı Kerim’i bırakıp sırf aklı esas almışlardır. Ehl-i Sünnet için, “Benîm ve ashâbımın yolundan gidenler” şeklinde kullanılan ifadenin manası budur. Böylesi bir itikat, Allâhü Teâlâ’nın bir olduğuna ve ortağı olmadığına, mekândan ve zamandan münezzeh olduğuna, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna inanmayı ve Ashab (r.a.e.)’in tamamını hayır ile yâd etmeyi, kulun hiçbir amelini yaratamayacağını ve bunlar gibi batıl birçok itikâttan beri olmayı gerektirir. Buna göre; Şia, Mutezile, Kaderiye, Mücessime ve benzerleri, kendilerini Ehl-i Sünnet olarak ifade etseler de bidat ehlidirler. Ehl-i Sünnet değillerdir. (Suâlli-Cevaplı İslâm Fıkhı, c.1, s.69-70)
Thu, 22 Aug 2024 - 02min - 1748 - RESİM-HEYKEL YAPMAK, YAPTIRMAK VE BULUNDURMAK - 21 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allahü Teâlâ şöyle buyurdu: “Allâh’ı ve Resûlü’nü incitenleri Allâh, dünyada ve âhirette lânetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.” (Ahzab s. 57) İkrime (r.a.) bunların resim yapanlar olduğunu söylemiştir. İbn Ömer (r.a.)’den, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu dediği rivâyet olunmuştur: “Bu suretleri yapanlar kıyâmet gününde muhakkak azâb olunurlar ve kendilerine: Tasvir ettiğiniz bu canlılara (haydi) hayat verin (bakalım) denilir.” (Buharî) Hz. Âişe (r.anhâ)’dan rivâyet ediliyor: “Resûlullâh (s.a.v.) bir seferden gelmişti. Sofaya al bir perde asmıştım. Üzerinde resimler vardı. Resûlullâh (s.a.v.) perdeyi görünce mübarek yüzü renkten renge girdi ve buyurdu ki: “Ey Âişe! Kıyâmet gününde insanların en şiddetli azâb görenleri Allâh’ın yarattığına benzetenlerdir.” Hz. Âişe (r.anhâ) der ki, bunun üzerine perdeyi kestim, iki yastık yüzü yaptım.” (Buharî) Yine İbn Abbas (r.a.)’den, “Resûlullâh (s.a.v.)’i şöyle buyururken işittim” dediği rivâyet olunmuştur: “Her kim dünyada bir ruh sahibi canlının sûretini yaparsa, Kıyâmet gününde o tasvire ruh üfürmeye zorlanır. Hâlbuki ressam tasvirine ebedî ruh nefhedemez de sürekli azab olunur.” İbn Abbas (r.a.)’den, Resûlullâh (s.a.v.)’in “Allahü Teâlâ şöyle buyurdu dediğini işittim” dediği rivâyet olunmuştur: “Allâhü Teâlâ buyuruyor ki: Benim yarattığım gibi yaratmaya uğraşan kişiden daha zâlim kim vardır? Haydi onlar bir tane yaratsınlar. Bir arpa tanesi yaratsınlar, bir zerre halk etsinler...” (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar, s.177)
Wed, 21 Aug 2024 - 02min - 1747 - ŞERİATIN GAYESİ - 20 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Şeriat, sadece mükellefleri arzu ve heveslerinin esiri olmaktan kurtarmak ve sırf Allâh (c.c.)’un kulu olmalarını temin etmek için gelmiştir. Yüce Râbbimiz bu meyanda şöyle buyurmuşlardır: “Eğer gerçek (hak) onların heveslerine uysaydı; gökler, yer ve onlarda bulunanlar bozulup giderdi.” (Mü’minûn s. 71) Kutlu İslâm şeriatı masumdur; hata ve tahriften korunmuştur. Onu tebliğ eden Hz. Peygamber (s.a.v.) de masumdur. Nitekim icmâ ettikleri konularda, onun ümmeti de masum bulunmaktadır. Bu hususa açıkça ya da dolaylı olarak delâlet eden deliller vardır: “Doğrusu Kitâb’ı biz indirdik, onun koruyucusu elbette biziz.” (Hicr s. 9), “Bu kitâb, ... âyetleri kesin kılınmış (sağlama bağlanmış) kitaptır.” (Hûd s. 1) âyetleri buna örnek olarak gösterilebilir. Öbür taraftan da: “Ey Resûlüm! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytân onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allâh şeytânın karıştırdığını giderir, sonra Allâh kendi âyetlerini tahkim eder.” (Hacc s. 52) buyurmuştur. Bu âyetlerde Yüce Allâh, kendi âyetlerini korumakta ve onları tahkim etmekte, sağlama bağlamakta olduğunu; böylece onların başkalarıyla karışmasını önlediğini, onlara yapılacak herhangi bir müdâhaleye meydan vermediğini, neticede onları her türlü tahriften koruduğunu belirtmiştir. Sünnet, her ne kadar bu âyetlerde zikredilmemişse de, o da nihâî olarak Kur’ân’a çıkmakta, onun açıklayıcısı olmakta ve onun etrafında dönmektedir. Kitap ve sünnetten herbiri, birbirini desteklemekte ve bir bütün görünümü vermektedirler. Yüce Allâh şöyle buyurmaktadır: “Bugün, size dininizi ikmâl ettim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâmiyeti beğendim.” (Mâide s. 3) (Şatıbi, el-Muvâfakât; İslâmi İlimler Metodolojisi, c.2, s.37-54)
Tue, 20 Aug 2024 - 02min - 1746 - GÜNÜMÜZ FİTNELERİNE KARŞI EN ÖNEMLİ SİLAH: TESETTÜR - 19 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Allâh Resûlü (s.a.v.) zamanında zarûret ve ihtiyaç kuvvetliydi. İnananlar fakirdi ve dışarı çıkmak için şiddetli ihtiyaç duyarlardı. Fitne ihtimali de zayıftı. Çünkü insanlarda salâhat ve takvâ ağır basardı. Onun için Allâh Resûlü (s.a.v.), genel olarak kadınların eve kapanmalarını emretmemiştir. Zamanların en kötüsü olan bizim zamanımızda ise fitne galip gelmiş, fesât ve bozukluk yayılmıştır. Dışarıda açık bir şekilde dolaşanlar şöyle dursun, hicap ve tesettür içinde olan kadınlar için bile bu fitne ve fesâttan emin olunamıyor. Kadınların dışarı çıkmaları için de eskisi kadar ihtiyaç kalmamıştır. Bu böyle olunca, Müslümanlar tesettür ve hicâbı daha ciddi tutmuşlardır. Zamanların en şerlisi olan kendi zamanımızı zamanların en hayırlısı olan Allâh Resûlü (s.a.v.)’in zamanına kıyâs etmek ise zıddı, zıdda kıyâs etmektir. Bu ise kıyâsın en acayibi ve en olmayacak çeşididir. Peygamberimiz (s.a.v.) Allâhü Teâlâ’nın şu emirlerini ısrarla tebliğ etmiştir. “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakındırsınlar ve avretlerini korusunlar. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakındırsınlar ve avretlerini korusunlar. Yürürken, üzerlerindeki ziynetlerin anlaşılması, ses çıkarması için ayaklarını sertçe yere vurmasınlar.” (Nûr s. 31), “Baş örtülerini açık yerlerinin, ense ve gerdanlarının üzerine salsınlar.” (Ahzâb s. 59) Bunun yanında kendisi zina eden erkek ve kadınlar için çeşitli azâblar olduğunu haber vermiş, bunlara had tatbik etmiş, şehvetle bakmayı zina saymış, yabancı erkek ve kadınların birlikte yalnız kalmalarını nehyetmiştir. (Misvâk Neşriyât, Eşref Ali et-Tehanevî, Hadislerle Hanefî Fıkhı, c.19, s.65)
Mon, 19 Aug 2024 - 02min - 1745 - ALİMLERİN İMAM-I AZAM (R.A.)’E HAYRANLIĞI - 18 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Ahmed b. es-Sabbah’ın nakline göre İmâm-ı Şâfiî (r.a.)’i şöyle anlatmıştır: İmâm-ı Mâlik (r.a.)’e “Ebû Hanîfe (r.a.)’i gördün mü?” diye sorulunca, Mâlik (r.a.) “Evet, öyle bir adam gördüm ki eğer şu sütunun altından yapılmış olduğunu ispat etmek istese delilini getirip ispat edebilir” dedi. Ravh şöyle anlatmıştır: Hicrî 150 senesinde İbn Cüreyc (r.a.)’in yanında bulunuyordum. Birden Ebû Hanîfe (r.a.)’in irtihâl haberi geldi. İbn Cüreyc (r.a.), “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn” âyetini okudu ve acıdan inleyerek “İlim dünyadan göçtü gitti” dedi. Dırar b. Surad anlatıyor: Yezid b. Harun (r.âleyh)’e, “Ebû Hanîfe (r.a.) mi yoksa Süfyân (r.âleyh) mi daha fakihtir?” diye sorulunca Yezid, “Süfyan (r.âleyh) daha çok hadîs bilir ama Ebû Hanîfe (r.a.) daha fakihtir” diye cevâb verdi. İbnü’l-Mübârek (r.âleyh), “Ben fıkıhta Ebû Hanîfe (r.a.) gibisini görmedim. Süfyân es-Sevrî (r.a.) ve Ebû Hanîfe (r.a.) bir mecliste bulunduklarında onların karşısında kim fetvâ verebilir?” demiştir. Ebû Arûbe’nin Seleme b. Şebîb vâsıtasıyla Abdurrezzak (r.âleyh)’ten nakline göre İbnü’l-Mübârek (r.âleyh) “Eğer bir kimsenin re’yine göre konuşması gerekseydi, bu Ebû Hanîfe (r.a.) olurdu” demiştir. Cendel b. Vâlık’ın nakline göre Muhammed b. Bişr (r.a.) şöyle anlatmıştır: Ben Ebû Hanîfe (r.a.) ve Süfyân es-Sevrî (r.a.)’in huzurlarına girer çıkardım. Ebû Hanîfe (r.a.)’e geldiğimde bana “Nereden geliyorsun?” diye sorar, ben “Süfyan’ın yanından geliyorum” derdim. O da “Sen öyle bir adamın yanından geliyorsun ki Alkame ve el-Esved (r.a.e.) (büyük fıkıh alimleri) hazır olsalar onun gibisine muhtaç olurlardı” derdi. Süfyân (r.a.)’e gittiğimde bana “Nereden geliyorsun?” diye sorar, ben de “Ebû Hanîfe (r.a.)’in yanından” diye cevâb verdiğimde bana “Sen yeryüzündeki insanların en fakihinin yanından geliyorsun” derdi. (Misvâk Neşriyât, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.)’in Hadis İlmindeki Yeri, s.107- 108)
Sun, 18 Aug 2024 - 02min - 1744 - BİR RAHİBİN İTİRAFI - 17 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Osmanlı döneminin büyük müderrislerinden Üsküplü Ali Çelebi (r.âleyh)’in yolu, seyahât ettiği bir zamanda Rumeli’de bulunan Debre kasabasına bağlı bir köye düşer. Orada her köşesi Çin evlerindeki nakışlara benzer, her duvarı Mâçin ressamlarının eserlerinden bir numuneyle süslü, gâyet büyük ve sağlam bir kilise görür. İçinde yapılışı ve düzenlenişi şahane, süsü ve ziyneti harika, iç süslemelerin ve resimlerin hepsinden daha mükemmel ve eşsiz bir büyük resim görmüş. Kimin resmi olduğunu ve ne vakit resmedildiğini güngörmüş bir rahibe sorar. Yaşlı rahip, “Bu büyük meclis, peygamberiniz Muhammed el-Arabî (s.a.v.)’in ticaret için Şam’a giderken Hz. Mesih’in ümmetinden rahip Bahîrâ’nın vermiş olduğu karşılama ziyafetini anlatmaktadır” cevâbını verir. Bu resme dikkatle bakınca, siyer kitaplarının anlattıklarıyla birebir uyuştuğunu görür. “Eğer peygamberimizin Allâh (c.c.)’un vazifelendirdiği hak bir peygamber olduğu ilk hıristiyanlarca kabul edilmemiş olsaydı, rahib Bahîrâ niçin ziyafet verme konusunda zahmet çekmeyi tercih etmiş olsun? Ve niçin böyle büyük bir mâbedde o resmin bulunmasını hıristiyan âlimler beğensinler, caiz görsünler?” diye sorar. Dalâlete esir düşmüş rahip, “Biz onun peygamberliğini inkâr etmeyiz. Belki ümmetimizin şerli kişilerinden çekinmeseydik “Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh” demekten geri durmazdık. Ancak o, ahir zamanın vaadinde sadık nebîsi ise de peygamberliği Araplar’adır” diyerek sözünü bitirdi. Cenâb-ı Hâkk Kitab-ı Kerimi’nde şöyle buyurmuştur: Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. (Sebe s. 28) (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.62)
Sat, 17 Aug 2024 - 02min - 1743 - ASHÂB (R.A.E.)’E ANCAK MÜNAFIK AYIP İSNÂD EDER - 16 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
Enes b. Mâlik (r.a.)’den, şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Ashâb’dan bir takımları Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e: “Ya Resûlallâh, biz sebb-ü şetme (hakarete, sövmeğe) mâruz kalıyoruz” diye şikayette bulundular. Peygamberimiz (s.a.v.): “Her kim ashâbıma söverse Allâh’ın ve bütün meleklerin ve insanların laneti onun üzerine olsun” buyurdu. Hz. Enes (r.a.)’den, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu dediği rivâyet olunmuştur: “Allâh beni ihtiyar buyurdu (seçti), benim için de ashâbımı seçti. Onları benim için dostlar, arkadaşlar ve hısımlar yaptı. Pek yakında onlardan sonra bir kavim gelecek, onları ayıplayacaklar. Akıllarınca onlara kusur bulacaklar. Ey müslümanlar! Onlarla birlikte yemek yemeyin, içmeyin, onlarla hısımlık kurmayın. Üzerlerine namaz kılmayın.” İbn Mes’ud (r.a.)’den, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu dediği rivâyet olunmuştur: “Ashâbım anıldığı vakit dilinizi tutun. Yıldızlar anıldığı vakit dilinizi tutun. Kader anıldığı sıra dilinizi tutun.” Ulema diyor ki; cereyan eden hadiselerde Allâh (c.c.)’un iradesinin değil de yıldızların müessir olduğuna itikad eden kimse kâfir olur. Yine Peygamber (s.a.v.)’in ashâbını yeren, onların sürçmelerini araştıran, onlara bir ayıp isnad eden münafık olur. Bilakis her müslümana düşen vecibe Allâh (c.c.)’u sevmek, Resûlü (s.a.v.)’i sevmek, Peygamber (s.a.v.)’in getirdiklerini sevmek, O (s.a.v.)’in emrini yerine getirenleri sevmek, O (s.a.v.)’in yoluna giren ve O (s.a.v.)’in sünnetiyle amel edenleri sevmek, O (s.a.v.)’in yakınlarını, ashâbını, aile efradını, hizmetkârlarını sevmek, onları sevenleri sevmek, onlara kin tutanlara buğz etmektir. Çünkü imânın en sağlam kulpu, Allâh (c.c.) için sevmek Allâh (c.c.) için buğzetmektir. (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar, s.237-238)
Fri, 16 Aug 2024 - 02min - 1742 - İLMİ İLE AMEL EDENE UYULUR! - 15 AĞUSTOS 2024 - MEVLANA TAKVİMİ
İnsanlara yol gösteren kişinin; birisine, kendisini ilgilendirmeyen şeyler hakkında susmasını emretmesi halinde, eğer bizzât kendisi de lüzumsuz şeyler hakkında sükût eden biri ise, o zaman o kişiye uyulur. O kişi sana dünya karşısında zahidâne bir hayat yaşamanı öğütler ve bizzât kendisi de aynı şekilde yaşarsa o zaman fetvâsı doğru olacaktır. Yok kendisi dünyaya dört elle sarılır bir halde olursa, o zaman fetvâsı yalan olacaktır. Allâhü Teâlâ (Tebük seferine iştirâk etmeyip) geride kalan üç kişi hakkında da: “Ey inananlar! Allâh’tan sakının ve doğrularla beraber olun!” (Tevbe s. 119) buyurmuştur. Buna göre âlim, İslâm’ın hükümleri hakkında bir söz söylediği zaman, aslında kendisi de aynı hükme tabi olmaktadır. Dolayısıyla eğer o söylediği şeye uygun hareket ederse, doğru söylemiş; yok tersine hareket ederse yalan söylemiş olur. Bir kimsenin manevi bir makâma gerçekten ulaşabilmiş olmanın göstergesi, fiilin söze uygun olarak sâdır olmasıdır. Bu konuda değerlendirme yapacak kimselerin insanların efendisi Resûlullâh (s.a.v.)’i dikkate almaları yeterli olacaktır. O (s.a.v.)’in fiilleri ile sözleri arasında tam ve kusursuz bir uyum bulunuyordu. Kendisi hakkında: “Allâhü Teâlâ, Resûlü hakkında dilediği şeyi helâl kılar...” diyen kimseye, durumun öyle olmadığını ifade ile tepki göstermişti. Yine kendisine yöneltilen bir durum hakkında “Ben yapıyorum” dediği zaman: “Sen bizim gibi değilsin. Allâhü Teâlâ, senin geçmiş ve gelecek bütün günâhlarını atfetmiştir” diyen kimseye: “Vallâhi, elbette ben sizin Allâh’tan en çok korkanınız ve O’ndan ne ile sakınacağını en iyi bileniniz olmayı umuyorum” (Buhârî, Müslim) buyurmuştur. (Şatıbi, el-Muvafakat, c.4, s.254-257)
Thu, 15 Aug 2024 - 02min
Podcasts similar to Mevlana Takvimi
- Global News Podcast BBC World Service
- El Partidazo de COPE COPE
- Herrera en COPE COPE
- The Dan Bongino Show Cumulus Podcast Network | Dan Bongino
- Es la Mañana de Federico esRadio
- La Noche de Dieter esRadio
- Hondelatte Raconte - Christophe Hondelatte Europe 1
- Affaires sensibles France Inter
- La rosa de los vientos OndaCero
- Más de uno OndaCero
- La Zanzara Radio 24
- Espacio en blanco Radio Nacional
- Les Grosses Têtes RTL
- L'Heure Du Crime RTL
- El Larguero SER Podcast
- Nadie Sabe Nada SER Podcast
- SER Historia SER Podcast
- Todo Concostrina SER Podcast
- 安住紳一郎の日曜天国 TBS RADIO
- TED Talks Daily TED
- The Tucker Carlson Show Tucker Carlson Network
- 辛坊治郎 ズーム そこまで言うか! ニッポン放送
- 飯田浩司のOK! Cozy up! Podcast ニッポン放送
- 武田鉄矢・今朝の三枚おろし 文化放送PodcastQR